Âhireti sermâyen, dünyâyı kazancın yap

İmân ile küfür birbirlerine zıt olduğu gibi, âhıret de, dünyânın zıttıdır. Dünyâ ve âhıret bir araya getirilemez. Âhıreti kazanmak için, dünyâyı yani harâmları terk etmek lâzımdır. Dünyâyı terk etmek, iki türlü olur:
Birincisi, bütün harâm olan şeyler ile berâber, mubâhları da, yani günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmaktır. Yani tembel ve işsiz olarak oturup da, dünyânın zevk, keyif ve eğlencelerine dalmak yolunu bırakarak, her türlü zevk ve lezzetinden vazgeçip, bütün zamânını, ibâdetle, Müslümânların râhatları ve İslâm dînini bilmeyenlerin, doğru yola kavuşmaları için lâzım olan ilmî ve teknik üsûlleri, vâsıtaları, en ileri, en üstün şekilde yapmakla, kullanmakla geçirmek, durmadan çalışmaktır. Dünyâ zevkini böyle çalışmakta aramak ve bulmaktır. Eshâb-ı kirâmın hepsi ve din büyüklerinin çoğu, böyle idi. Dünyâyı, bu şekilde terk etmek, pek çok faydalıdır. Bundan maksat, İslâmiyyetin emrettiği şeyleri yapmak için, bütün râhatı ve zevkleri fedâ etmektir.

“AKILLARI EKSİK OLANLAR!”
İkincisi, dünyâda harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mubâhları kullanmaktır. Bu kısım da, âhir zamânda, çok kıymetlidir. Hûd sûresinin 15. âyet-i kerîmesinde meâlen;
(Görüşleri kısa, akılları eksik olanlar, âhıreti düşünmeyip her iyiliği, şöhret, mevki ve hürmet gibi dünyâ râhatlıklarını ve lezzetlerini kazanmak için yapıyor. Bu yaptıklarının karşılıklarını dünyâda kendilerine tamâmen verir, umduklarından birini esirgemeyiz. Bunların âhıretteki kazançları, yalnız Cehennem ateşidir. Çünkü iyiliklerinin karşılıklarını almışlardır. Alacakları yalnız, bozuk niyyetlerinin karşılığı olan, Cehennem ateşi kalmıştır. Hırs ve şehvetleri için, gösteriş için yaptıkları iyilikleri âhırette kendilerine yaramayacak, bunları Cehennemden kurtaramıyacaktır) buyuruldu.
Abdülkâdri-i Geylânî hazretleri buyuruyor ki:
“Âhireti sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı yap. Zamânını, önce âhireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma! Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riâyet etmezsin. Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna tâbi olursun. Âhiretini dünyâya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun. Sonunda dünyâ ve âhiretin hayırlısını kaçırdın. Dünyâ ve âhiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve âhiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyâya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itâat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun…”

“MES’ÛD O KİMSEDİR Kİ!..”
Netice olarak, dünyânın geçici lezzetlerine aldanmamalı ve ölümü hâtırlamalı, unutmamalı, âhıretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir. Kısacası, yüzü dünyâdan âhırete çevirmelidir. Dünyâ işleri ile zarûret miktârı uğraşmalı, başka zamânlarda, hep âhıreti kazandıracak işleri yapmalıdır. Sözün özü, gönül Allahü teâlâdan gayrisine tutulmaktan kurtulmalı, beden ve âzâları da, İslâmiyyte uymakla süslemelidir. Hadîs-i şerîfte buyurulduğu gibi:
(Mes’ûd o kimsedir ki, dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyâyı terk etmiştir.)

Comments are closed.