Akıllı, insaflı kimse, inkâr edemez

Allahü teâlâ insana, yarattığı diğer varlıklardan farklı olarak ve insana kıymet vererek, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ihsân etmiştir. Bu kuvvete akıl denmektedir. Buna karşılık olarak da, insanlara faydalı vazîfeler yüklemiş, emir ve yasakları ile muhatap kılmıştır. Bu emir ve yasaklarını bildirmek için de, Peygamberler göndermiştir.
İnsan, dünyâdaki hayât mücâdelesini ve yaşama kanûnlarını bilmez yâhut bilip de onlara göre çalışmazsa, zararını göreceği gibi, Allahü teâlânın bildirdiği emir ve yasakları yani ilâhi kanunları bilmez, öğrenmez, bilse, öğrense bile, bunlara uymazsa, dünyada ve âhirette, elbette bunun bedelini ödeyecek, zararını görecektir.

MÜLKÜN SAHİBİ O’DUR!..
Zamânımızdaki insanların çoğu, dünyâ menfaâtlerini ele geçirmek için, çok ince düşünmekte, çalışmakta ve didinip yorulmaktadır. Fakat sonsuz bir saâdet ve felâket karşısında bulunduklarına inanmaya ise, önem vermemekte ve bunu maalesef hiç düşünmemektedirler. Bunlar düşünülmediği gibi bir de;
“Sefîl ve sıkıntıda yaşayanları niçin yarattı. Onların ne kabâhati vardır. Âhirette azâb çektireceği insanları niye yarattı?” gibi yersiz ve kendilerine hiçbir faydası olmayan sözleri de söylemekten çekinmiyorlar.
Dünyâya gelmesi ve ölmesi kendi elinde olmayan bir insanın, Allahü teâlânın dünyâ ve âhiretteki kanûnlarına dil uzatmaya ne hakkı olabilir ki? Yaratan, yaşatan, rızık veren ve kısaca mülkün sahibi Allahü teâlâdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf edebilir. İnsan dahil bütün yaratılanların, söz söyleme hakkı yoktur. İnsan, Allahü teâlânın bildirdiği emir ve yasaklara, ilâhi kanunlara uymakla sorumludur ve ancak bunlara uymakla saâdete kavuşabilir. İnkâr ve isyân ederek değil. Kendi aczini unutan, inkâr ve isyân bataklığına saplanmış olan bazı zavallı kimseler;
“Din ne imiş? Cenneti, Cehennemi kim görmüş, böyle lâflar, ilk insanların, yobazların masallarıdır, uydurma şeylerdir” deme cüretini bile göstermektedirler.
Böyle düşünen kimseler, fen bilgilerini ve İslâm târîhini, doğru olarak okuyup anlasalardı ve fendeki ilerlemelerin, yeni buluşların, İslâm dininin bildirdiği îmânı, inanışları kuvvetlendirdiğini, isbât ettiğini görselerdi İslâmiyete sımsıkı sarılırlar, inkâr bataklığından kurtulurlardı. Yâhut hiç olmazsa, İslâmiyete karşı saygılı, edebli olurlardı. Muhammed aleyhisselâmın hayâtını, doğru yazılmış kitâplardan öğrenselerdi, Onun aklına, güzel huylarına, başarılarına âşık olurlardı. Yüzbinlerle insanın, Ona candan bağlandıklarını, Ona karşı edeblerini, itâ’atlarını, aşırı sevgilerini ve mallarını, canlarını Onun için fedâ ettiklerini gösteren olaylar, dünyâ târîhlerinin binlerce sayfalarını doldurmaktadır. Bütün iyiliklerin kaynağı, bütün güzel huyların üstâdı olan böyle bir zâtın, Allahın Peygamberi olduğu, güneş gibi meydândadır. Tek başına işe başlayıp, aklı, sabrı ve keskin görüşü ve cesâreti ile yeryüzünün iki büyük devletini yere serecek kahraman, fedâkâr bir milleti, yirmiüç sene içinde meydâna getirmesi ve öldükten sonra da, kıyâmete kadar bütün insanları huzûra, saâdete, medeniyete kavuşturacak değişmez bir kitâp bırakması, akıl ve insâf sâhiplerinin îmân etmesi için yetişir. Başka bir mûcize ve şâhit aramaya lüzûm yoktur. Bu yüce Peygamberin sözlerine inanmamak, târihi ve olayları inkâr etmek olur. Böyle bir zâtı bilip de inanmayan, nefsinin, şehvetinin esîridir.

SEVE SEVE İNANIRLAR!..
Resûlullah efendimizin güzel hayâtını ve İslâm dîninin emirlerindeki, yasaklarındaki incelikleri, faydaları öğrenen her akıl ve insaf sâhibinin, her düşünebilen insanın Muhammed aleyhisselâma hemen inanması, Ona âşık olması, seve seve Müslümân olması, insanlık îcâbıdır. Evet Ebû Leheb, Ebû Cehil gibiler, Onu görüp de ve Bizans İmperatoru Heraklius ile Îrân şâhı Perviz gibiler de, mektûbunu okuyup inanmadılar. Ona inanmamaları, câhil veyâ ahmak yâhut bozuk rûhlu, kötü kalbli ve inâtçı olduklarının alâmetidir…
Netice olarak, akıllı ve insaflı bir kimse, Allahü teâlânın varlığını, gönderdiği Peygamberleri ve bu Peygamberler vasıtası ile bildirdiği emir ve yasakların, dünyâda ve âhirette insana faydalı olduğunu inkâr edemez, kabul eder…

Comments are closed.