Allahü teâlânın adaleti

Sual: Tanrı’nın yaptıkları aklıma uymadığı için inanmıyorum. Tanrı bizi zoraki bir sınava sokuyor. Örneğin ben okula gidip, sınavları kazanırsam mezun olur, diploma alırım. Gitmezsem mezun olamam. Ama burada okula gitmek veya gitmemek gibi bir seçeneğim var. Hâlbuki bu dünyaya gelirken ve kulluk imtihanına girerken, bana bir şey sorulmadı. Sorulsaydı, ben bu imtihana hiç girmezdim. Belki bir hayvan veya toprak olmayı isterdim. Bana sorulmadan yaratıp da, sonra beni sorguya çekmek adalete uyar mı? Böyle tanrı nasıl adil olabilir?
CEVAP
Allahü teâlânın adaleti ile kulların arasındaki adalet birbirine benzemez. Yanlış olarak kullara benzetildiği için işin içinden çıkılamıyor.

İnsanlar arasındaki adalet, bir âmirin, ülkesini idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır.

Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hâkimler hakimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun. Bundan dolayı, (Allah’ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denilemez.

Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür.

Kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğuna, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına, hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Onun yaptığı işler için, (Adalete uymuyor) denilemez. Yasak ettiği bir şeyi, daha sonra serbest bırakabildiği gibi, önceden serbest ettiği bir şeyi de daha sonra yasaklayabilir. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur.

Allahü teâlâ dileseydi, sizi kedi köpek olarak da yaratabilirdi. Niye beni hayvan yarattın demeye hakkınız var mı idi? Bakkaldan çay şekeri alırız, kimimiz onunla çay içeriz, kimimiz de helva yapar yeriz. Şekerin bir şey demeye hakkı var mı? Ne diye falanca bakkaldan aldığını çayda içtin de, beni helva yaptın diyebilir mi? Madem şeker benim malımdır, mülkümdür; onu dilediğim gibi kullanırım. Başkasının bu şekerle niye helva yaptın demeye hakkı olamaz.

Allahü teâlânın indinde de, canlı-cansız, insan-hayvan hepsi onun mülküdür. Dilediği gibi tasarruf eder, hiç kimse bir şey soramaz. Bize konuşma özelliğini veren de odur. Mülk Onundur. Her şeyi ve herkesi yoktan var eden Odur. Şöyle yapanı Cehenneme, şöyle yapanı Cennete koyarım dedi. İmtihana soktu. Kazananı Cennete, kaybedeni Cehenneme attı. Aslında imtihan yapmadan da, istediğini Cennete, istediğini de Cehenneme koyabilirdi. Mülk onundur, başkasının malına mülküne tecavüz yok ki, adalete uyulmuyor densin. Allahü teâlâ, yarattıklarının hepsini Cehenneme atsa, yine adaletsizlik olmaz. Ama O merhamet etmiş, şunları yapanı Cennete koyarım demiş, bu da Onun bir ihsanıdır. Cehenneme atsa idi bir şey diyebilir miydik, itiraz edebilir miydik? Etsek bile, elimize ne geçerdi?

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin, bir ateiste verdiği cevabın bir bölümü şöyledir:

1-
Günah işleyeceğin zaman, Onun rızkını yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan doğru olur mu?

2- Ona asi olmak istersen, Onun mülkünden çık! Mülkünde olup da, Ona isyan layık olur mu?

3- Ona isyan etmek istersen, gördüğü yerde günah işleme! Onun mülkünde olup, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah işlemek, uygun olur mu?

4- Can alıcı melek gelince, tevbe edinceye kadar izin iste! O meleği kovamazsın. Kudretin var iken, o gelmeden önce tevbe et! O da, bu saattir. Zira, ölüm meleği ani gelir.

5- Kıyamette, (Günahkârlar Cehenneme gitsin) denince, ben gitmem diyebilir misin?

Siz, yokluk diyarından, bu varlık âlemine, kendi isteğinizle gelmediğiniz gibi, oraya da, kendi isteğinizle gidemezsiniz. Gözleriniz, kulaklarınız, diğer organlarınız, girip çıktığınız bütün mahaller, özetle, ruh ve cesedinize bağlı bütün aletler, sistemler, hepsi Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz Ondan hiçbir şey gasp edemezsiniz! O görür, bilir, işitir ve her var olan şeyi, her an varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden bir an gafil olmaz. Mülkünü kimseye çaldırmaz. Emirlerine uymayanların cezasını vermekten de, aciz kalmaz.

Bir hadis-i kudsi meali şöyledir:
(Önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en itaatli kulum olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine, hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi aşağı gören, düşmanım olsanız, ilahlığımdan bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım değildir. Siz ise, var olmanız ve varlıkta kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız.) [Müslim]

Allahü teâlâ, vücut makinenizi işletip maksada göre kullanmanız ve istifade etmeniz için elinize teslim ediyor. Bütün bunları, size ve iradenize ve yardımınıza muhtaç olduğundan değil, mahlûkları arasında size ayrı bir mevki vererek, mutlu olmanız için yapıyor. Ellerinizi, ayaklarınızı, kullanabildiğiniz her uzvunuzu, arzunuza bırakmayıp da, yüreğinizin atması, kanlarınızın dolaşması gibi, sizden habersiz kullansaydı, her işinizde, zorla, refleks hareketleri ile, çolak el, kuru ayak ile yuvarlasaydı, her hareketiniz bir titreme olsaydı ne yapabilirdiniz?

Doğmadan önceki, doğduğunuz zamanki halinizi düşünüyor musunuz? Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip dolaştığınız, dertlerinize deva, korkulara, sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa, yırtıcı ve zehirli hayvanların ve düşmanların hücumlarına karşı koyacak vasıtaları bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havası, kudret kimya hanesinde imbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç düşünüyor musunuz? Bugün, bizim dediğiniz karalar, denizlerden süzülüp ayrıldığı, dağlar, dereler, ovalar, tepeler yerleştiği zaman, acaba neredeydiniz? Denizlerin acı suları, Hakkın kudreti ile buharlaştırılıp, gökte bulutlar yapılırken, o bulutlardan yağan yağmurlar, çakan şimşeklerin ve güneşten gelen kudret, enerji dalgalarının hazırladığı gıda maddelerini, yanmış, kurumuş toprakların zerrelerine işletip, o maddeler, ışık ve ısı şuaları tesiri ile oynayıp titreşerek hayatın hücrelerini yetiştirirken, nerede idiniz ve nasıldınız?