Amasyalı Mehmed Efendi

Mehmed Efendi, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda Amasya’da yaşamış olan evliyadandır. İlk tahsîlinden sonra İstanbul’a gelerek zamânının âlimlerinden ilim tahsîl etti. Kastamonu Medresesinde müderris olarak vazîfe alıp talebe okuttu. Bir müddet sonra Amasya’ya döndü ve orada vefât etti. Vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
“Tevekkülün temeli olan îmân, Allahü teâlânın rahîm, hakîm, latîf olduğuna inanmaktır. Onun inâyeti, şefkati, karıncadan insana kadar, her mahlûka yetişir. Kullarına olan merhameti, iyiliği, bir ananın, yavrusuna olan merhametinden dahâ çoktur. Böyle olduğu hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Lütfu, merhameti o kadar çoktur ki, dünyâyı ve dünyâda olan her şeyi en iyi şekilde yaratmıştır. Bundan dahâ iyisi mümkün değildir. Rahmetinden, lütfundan hiçbir mahlûku mahrûm bırakmamıştır. Yeryüzündeki akıl sâhiblerinin hepsi bir araya gelip araştırsa, Onun yarattığı herhangi bir şeyin, dahâ uygun, dahâ iyi bir şeklini bulamaz. Her şeyin, olması gerektiği gibi yaratılmış olduğunu anlarlar. Çirkin yaratılan bir şeyin, en uygun, en kâmil şekli, çirkin olmasıdır. Çirkin olmasa noksânlık olur, yersiz olurdu. Çünkü, çirkinlik olmasaydı, meselâ güzelliğin kıymetini kimse bilemez, güzellik tatlı olmazdı…
Kusûrlu şeyler olmasaydı, kusûrsuz şeylerin kıymeti bilinmez, kusûrsuzluk tatlı olmazdı. Çünkü, kâmil ve nâkıs, birbiri ile ölçerek anlaşılır.
Meselâ, baba olmasa, çocuk olmaz. Çocuğu olmayan, baba olmaz. Böyle şeylerden, birinin var olması, ötekinin varlığı ile belli olur. Ölçmek, iki şey arasında olur. İkilik olmazsa, ölçü ve ölçmenin sonu elde edilemez. Allahü teâlânın işlerinin fâidesini, insanlar anlayamayabilir. Fakat, en fâideli, en iyi şeklin, Onun yarattığı şekil olduğuna inanmak lâzımdır…

SÖZÜN KISASI….
Sözün kısası, dünyâda bulunan her şey, hastalık, kuvvetsizlik, hattâ günâhlar ve küfür, yok olmak, kusûr, dert ve elem, hikmetsiz, fâidesiz, yersiz değildir. Hepsi, en uygun, en fâideli şekilde yaratılmıştır. Fakîr yarattığı bir kimseye, en uygun şey, fakîr olmaktır. Bu kimse zengin olsaydı, felâkete düşerdi. Zengin yarattığı da, bunun gibidir. Bu da, tevhîd kısmı gibi, engin bir denize benzer. Çok kimse, bu deryâda boğulmuştur. Bu da, kader mes’elesi gibi anlaşılmaz ve anlatmaya izin yoktur. Bu deryâya dalarsak, söz çok uzar. Fakat, buna, söylediğimiz kadar îmân etmek yetişir…”