Anneme söz verdim

Ahd, söz vermek; ahde vefâ ise, sözünde durmak, sözünü yerine getirmek demektir. Hadis-i şerifte; (Verdiği sözde durmayıp cayan kimse için, kıyâmet günü bir sancak dikilir ve; “Dikkat olunsun bu sancak falan oğlu falanın ahde vefâsızlık alâmetidir” denilerek teşhîr edilir, gösterilir) buyuruldu.

Bir gün Abdülkâdir Geylânî hazretlerine;
-Bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine kurdunuz? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız? diye sorulunca, cevabında buyururlar ki:
-Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Aslâ yalan söylemedim. Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim. Bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana;
-Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip;
-Beni Allahü teâlânın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad’a gidip ilim öğreneyim. Sâlih zâtları ve evliyâyı bulup ziyâret edeyim dedim.
Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan mîrâs kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı.
-Haydi Allah selâmet versin oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyâmete kadar bir daha yüzünü göremem dedi.
Küçük bir kâfile ile Bağdat’a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eşkıyâ çıkageldi. Kâfilemizi bastılar, kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi;
-Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı? diye sordu.
-Kırk altınım var dedim.
-Nerededir? dedi.
-Koltuğumun altında dikili dedim. Alay ediyorum zannetti. Bir başkası geldi, o da sordu ve gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylemişler. Reisleri beni çağırttı. Kâfileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim.
-Altının var mı? dedi.
-Kırk altınım var dedim.
Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar.
-Neden bunu söyledin? dedi.
-Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lâzım dedim. Eşkıyâ reisi, ağlamaya başladı ve;
-Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum dedi. Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de;
-İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol dediler. Sonra, hepsi tövbe ettiler. Kâfileden aldıkları malları sâhiplerine geri verdiler…
Netice olarak, erkek olsun, kadın olsun, herkesin, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine uyması ve yasak ettiklerinden sakınması, verdiği sözü tutması, yalan söylememesi, doğruluktan ayrılmaması lâzımdır.