“Bu sırrı bir tek sen biliyorsun!”

“Bu sırrı bir tek sen biliyorsun!”



“Bu sırrı bir sen bir de ben biliyorum ve sana bir itirafta bulunmak istiyorum. Falan tarihte ziyaretine geleceğim.”

Mektup cebimde kor bir ateş gibiydi… Yırtıp çöpe atsam mı? Açıp okusam mı? Bu ne demek oluyordu böyle? Hapishane koridorunda böyle volta atıp dururken içim içimi kemiriyordu:

İçimden haykırıyordum:

“Alçak adam! Ben senin bir sözünle katil oldum. Senin ise alçaklığın yanına kaldı. Seni kimseye söylemedim. Ben kendi karımı öldürerek bu konuyu kapattım. Namusumu temizledim. Şimdi sen hem bu namussuzluğu bana yaptın, hem de neden hapishanede bana musallat oldun! Ne istiyorsun benden! Ne?!”

İçim içimi yiyordu… Gece yarısına kadar uyuyamadım. Ciğerlerim sigara dumanıyla doldu. Ama gözüme uyku girmiyordu. O buruşuk mektup ise montumun cebinde akrep gibi bekliyordu.

Dayanamadım. Kalktım. Ellerim titreyerek mektubu yeniden elime aldım.

Sanki herkes bana bakıyor, o mektubu açıp okurken kahkahalarla güleceklermiş gibi geliyordu.

Oysa ne o ismi kimse biliyordu, ne de cinayeti onun yüzünden işlediğimi… En yakınım dahi, hatta belki onun karısı dahi bilmiyordu cinayeti onun yüzünden işlediğimi… Bir ben biliyordum, bir de Allah. Belki o da tahmin ediyor olabilirdi… Çünkü bana namus ihanetini söyleyen oydu…

Ellerim titreyerek mektubu açtım. Adıma hitaben yazılan bir mektuptu. Çok kısa birkaç cümle vardı:

“Bu sırrı bir sen bir de ben biliyorum ve sana bir itirafta bulunmak istiyorum. Falan tarihte ziyaretine geleceğim. Eğer kabul edersen görüşürüz.”

Mektubu açtığıma daha bir pişman olmuştum. Hani mektubun içinde doğru düzgün yazı da yoktu. Bu adam beni iyice çıldırtmak istiyordu besbelli. Oh olsun demek istese, öyle yazmıyor. Özür dilemek istese o da yok. Sır dolu bir mektup. Bana gelip de hangi sırrı anlatacaktı? Yüzüme bakarak intikam mı alacaktı? O benim aile dostumdu. Can yoldaşımdı. Ailecek görüştüğümüz biricik arkadaşımdı. Ama bu kadar alçak olabileceğini düşünmemiştim…

“Hayır!” dedim… “Hayır!.. O gün ziyarete çıkmayacağım. İsmim okunsa da çıkmayacağım. O alçağın yüzünü görmek istemiyorum! İs-te-mi-yo-rum!”

Mektubu yine buruşturup yastığın altına attıktan sonra, yorganı kafama çektim. Kimselere belli etmemeye çalışarak hıçkıra hıçkıra ağladım dakikalarca. Gururumu ayaklar altına almamaya çalışarak…

Ertesi günden itibaren, her uyandığımda, o verilen randevuya bir gün daha yaklaştığımı hissediyordum… DEVAMI YARIN