Bütün insanlık O’na hayran…

Bütün insanlık O’na hayran…



Resûlullah Efendimiz, tarihte olduğu gibi günümüzde de bütün dünya milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin alakasını çekmektedir…

 

 

Yüce Allah, insanlara muhtaç oldukları her türlü nimeti lütfetmiştir. Bu nimetler sayılamıyacak kadar çoktur. Bu konuda 2 âyet-i kerîme vardır:

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür!” [İbrâhîm, 34]

“Hâlbuki Allah’ın nimetlerini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [Nahil, 18]

Muhakkak ki Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan nimetlerinin en büyüğü, “Peygamber”ler ve “Kitap”lar göndererek onlara sırât-ı müstakîmi, doğru yolu, rızâ-i İlâhî’ye ve Cennet’e götüren yolu, ebedî saâdet yolunu göstermesidir.

Peygamberler, ümmetlerini, Cenâb-ı Hakk’a çağırmak, yanlış yoldan, doğru yola, saâdet yoluna çekmek için gönderilmişlerdir.

“İlk Peygamber” Âdem aleyhisselâmdan başlayarak, “son Peygamber” olan Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar her asırda, dünyanın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak seçtiği bir zâta (Peygambere), bir “melek”le [“Cebrâîl” aleyhisselâm’la] haber göndererek, kendi varlığını, isimlerini ve sıfatlarını bildirmiştir.

Bilindiği üzere İslâm dîni, Allahü teâlânın, Cebrâîl ismindeki melek vâsıtası ile Sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyada ve âhirette rahat ve mesut olmalarını sağlıyan usul ve kâidelerdir.

İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski dînlerin görünür-görünmez bütün iyilikleri İslâmiyette toplanmıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir.

Resûlullah Efendimiz, tarihte olduğu gibi günümüzde de bütün dünya milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin, tarihçi ve askerî şahsiyetlerin alakasını çekmekte, bunların herbiri O’nu biraz inceledikten sonra hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler.

Müslümân olmayanlar, Habîb-i Ekrem Efendimizin sadece idâreciliği, dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak O’nu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler ve muvaffakiyetler karşısında acze düşmekle beraber, O’na Peygamber gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve anlamaktan çok uzak kalmaktadırlar.

“Ulemâ-i râsihîn” denilen hem zâhir, hem de bâtın bilgilerinde üstâd ve Peygamber Efendimize vâris olan yüksek İslâm âlimleri, O’nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Ona, insânlığın ne kadar muhtâç olduğunu, bugün daha iyi anlıyoruz.