Bütün saâdetlerin başı, Sevgili Peygamberimize tâbi olmaktır

Cenâb-ı Hakk’ın, “İlk Peygamber” Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)dan başlayarak, “son Peygamber” olan Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm)a gelinceye kadar her asırda, dünyânın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak seçtiği bir zâta (bir Peygambere), bir “melek”le [“Cebrâîl” aleyhisselâm’la] haber göndererek, kendi varlığını, isimlerini ve sıfatlarını bildirmiş olduğu ma’lûmdur.
Târihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Yüce Allah’ın gönderdiği bir “Peygamber, rehber, mürşid, yol gösterici” olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz.
İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, saâdetlerin başı, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı tanımak, sevmek, O’na îmân etmek, tâbi’ ve teslîm olmaktır. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmaya bağlıdır. Ona tâbi’ olmak demek, onun tarîf ettiği şekilde îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir.
Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, habîbi/mahbûbu/sevgilisi Muhammed (Aleyhisselâm)’da toplamıştır.
Resûlullah Efendimiz, günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, edîplerin, târihçi ve askerî şahsiyetlerin alâkasını çekmekte, bunların her biri O’nu biraz inceledikten sonra hayrânlık ve şaşkınlıklarını dile getirmektedirler.
Hâtırlarda olduğu gibi, Fransız dergilerinden “Le Point”, 1980 yılını “Hazret-i Muhammed Yılı” olarak ilân etmişti. Dergi, bu seçimine sebeb olarak, 12 Rebîul-evvel’de dünyâyı teşrîf eden “Hazret-i Muhammed’in (aleyhisselâm), yedinci yüzyılda yaşamış olmasına rağmen, dünyâdaki tesîrini, her geçen gün büyüyerek sürdürmesini” göstermiştir.
İslâm dünyâsında, bugüne kadar, Peygamber Efendimizi medheden on binlerce kitap, kasîde ve diğer eserlerin yazılmış olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunları yazanlar içinde, şöhretleri ve sanatları bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları dahî, O’nu methetmekten âciz olduklarını beyân etmişlerdir. Arap, Fars ve Türk edebiyâtlarında görülen “Na’t”lar, hep O’nun için yazılmıştır.
Âlim ve velîlerin büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî: “Allahü teâlânın sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâm; ‘insanların rehberi’, her bakımdan en güzeli, en iyisi ve en üstünüdür”  derken, Peygamberimiz için, “insanların rehberi” sıfatını kullanmıştır.
Pedagog, psikolog ve sosyolog, ulemâ ve evliyânın önde gelenlerinden olan İmâm-ı Gazâlî de: “Allahü teâlâyı tanımaya çalışmak, bunun için, İslâm ahlâkını bilen ve Cenâb-ı Hakk’a kavuşturan yolu gösteren bir rehber aramak ve ona uymak, İslâmiyet’in emirlerindendir” demiştir.
Allah’ın ni’metlerinin en büyüğü, Peygamberler ve kitaplar göndererek, onların arkasından da birçok âlim ve velîyi halk edip onlara vâris kılarak, sırât-ı müstakîmi, doğru yolu, Cennet’e götüren yolu, rızây-ı İlâhî’sine götüren yolu göstermesi olsa gerektir.
Hadd-i zâtında insanlar, Allah’ın ve Peygamberlerinin emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat birer hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır…

Comments are closed.