Büyük veli önceleri sabreder

Hasan Sezai hazretleri devrinde bir kadın “kötü yola” düşer.

Sonra pişman olup evine çekilir.

Günahlarına ağlar, sızlar!

Ancak eski tanıdıkları onu rahat bırakmaz, tekrar o “kötü yola” çekmek için baskı yaparlar.

Kadın çaresizdir!

Gider, sığınır Hasan Sezai dergâhına.

Ama “fitneciler” boş durmaz.

Bu defa Hasan Sezai hazretleri hakkında “çirkin iftiralar” uydururlar.

Daha da ileri gidip, dergâhın kapısına bir “geyik boynuzu” asarlar.

İş çığırından çıkınca incinir mübarek. Eh, Allah dostlarıyla uğraşan iflâh etmez tabii.

Nitekim o incinir incinmez bir “uyuz illeti” çıkar Edirne’de.

Ama enteresandır.

Hastalık, herkese gelmez.

Sırf bu “iftiracılara” musallat olur, bir de bunları dinleyip susturmayanlara.

Gün boyu kaşınıp dururlar.

Edirneli perişandır!

Mübarek yine acır onlara.

Bir gece “tebdil-i kıyafetle” çıkar evden, girer bir kahvehaneye.

Herkes “uyuz” illetinden dert yanmaktadır birbirlerine.

Yanlarına sokulup;

“Bu illetin ilâcı Hasan Sezai Efendi’de, siz ona gidin!” diye fısıldar.

Ertesi gün olur.

Dergâhın önü ana-baba günüdür.

Büyük veli, fitnecilerin kapıya astıkları o “geyik boynuzundan” kazıyıp birer parça “toz” verir bunlara.

O toz, “şifa” olur onlara.

Fitneciler insafa gelir.

Toplanıp huzuruna giderler.

Af dileyip “talebesi” olmakla şereflenirler…