“Çekirge Ali gelmeden etten biraz yemeliyim!”

“Çekirge Ali gelmeden etten biraz yemeliyim!”



Hasan Bey, tıpkı zalim bir kralın itinayla seçip, büyüttüğü gladyatöre benziyordu.

 

Ateşin başında, bıyıkları henüz yeni terlemiş, buğday benizli, gürbüz delikanlı Hasan Bey, tıpkı zalim bir kralın itinayla seçip, büyüttüğü gladyatöre benziyordu. Tiftik keçisi derisinden yapılmış yeleği ve kalpağı ona daha bir heybet, azamet veriyor, ürperti uyandırıyordu. Beyaz mermerden bir balkabağına benzeyen dibinden tıraş edilmiş saçsız başını kaşır gibi yaptı, avucunu ileri, geri sürüterek terlerini sildi. İnci gibi dişlerinin arasından belli, belirsiz uzanan pembe ipek bir mendil gibi diliyle dudaklarını yaladı. “Çekirge gelmeden şu etten biraz yol almalıyım” dedi içinden. Etin pişip pişmediğini kontrol etti. “Biraz daha sabır” dedi kendi kendine…

Bursa’ya inen toprak yolun üzerindeki bu düzlük alan şimdilik tenhaydı.

Allı, morlu rengârenk bahar çiçekleriyle bezenmiş yaban meyve ağaçları, ince tül gölgelerini, nazikçe çimenlerin üzerine sermişti. Kuru dalların arasındaki yuvalarından çıkan, her şeyden habersiz mesut serçeler, etten pay bekleyen kargalar, bayram neşesi içinde ötüşüyor, cıvıldıyor, daldan dala, o bacadan bu tepeye uçuşuyor, sevinçlerinden yuvalarına sığmıyor, taşıyor gibiydiler.

Genç pehlivan Hasan Bey, birdenbire; “Aa! Bu kadar kâfi” deyip, kızarmış geyikten büyük bir budu kesti, iştahla mideye indirmeye başladı.

Daha rahat edebilmek için de bağdaş kurdu. Bir taraftan elindeki iri et parçasını iştahla kemiriyor, diğer taraftan da az ötede idman yapan arkadaşını seyrediyordu.

Kendinden birkaç yaş büyük olmasına rağmen, daha küçük görünen, sakalları, bıyıkları tek tük çıkmış, ince, ufak tefek, sırım gibi bir civan olan Çekirge Ali’nin kumral simasında, meziyetlerinden dolayı sanki biraz kendini beğenmişlik vardı. Arkadaşlarının güçlerine karşı çevikliği, ataklığı ve pratik çözümleriyle dengeyi kuruyor ve bunun için de daha fazla çalışıyordu…

İşte yine kabına sığmıyordu. Bir ağacın dalına tutunup, kendini çekti. Dönüp tersten aşağı atladı. Ellerini yere koyup, peş peşe taklalar attı. Toprağa saplı duran kılıcını aldı, hayali bir düşmana karşı hamle üzerine hamle yaparak, epey kılıç salladı durdu. Arkadaşının yapılması zor hareketlerine dalan Hasan, elindeki budun bittiğini fark edemedi. Neden sonra mutsuz, masum ve saf bir edayla; “Bu, ne çabuk bitti ya huu!” dedi. Bir daha baktığı kemiği, evirdi, çevirdi sonra da sebilin akarına doğru var gücüyle fırlattı. İştahla hançerini çıkardı, hararetten yağları cas, cus sesler çıkararak kızgın ateşe damlayan etin kızarmış bir başka buduna tam saplayacakken, başka bir kılıcın ucu, burnunun dibinde bitiverdi birden. Olduğu gibi kalan arkadaşına gür sesle;

– Aklından bile geçirme, dedi Çekirge Ali… DEVAMI YARIN