Çuvaldız ile kırbaları delen çocuk!

Fatih Sultan Mehmed Han devri âlim ve velilerinden Ebûl Vefa hazretlerinin küçük ama çok sevimli bir oğlu vardı. Çocuk iyiydi hoştu da bir ara sakalara takmıştı. Mahalle sucularının yolunu bekler, çuvaldız ile kırbalarını (su tulumu) delerdi. Kimbilir, belki de fıskiye gibi akan sular hoşuna giderdi. Sakalar arasında biri vardı ki hiç şaka götürmezdi. Ancak, bunu yapan bir başka çocuk olsa, çoktan ensesine yerdi şamarı. Zira delinen kırba dikilemez, ancak boğumlanarak bağlanırdı ki, koca kırba gitti demekti yarı yarıya…

Saka bir sabretti, iki sabretti, baktı ki olmuyor, tuttu eteğini, çıktı Ebûl Vefa hazretlerinin huzuruna.
-Affınıza sığınıyorum efendim, vaziyet böyleyken böyle!..
Ebûl Vefa hazretleri çok şaşırdı! Kırbaların parasını fazlasıyla ödedi. Sucudan ağlaya, yalvara helallik diledi. Adamcağız bir hoş oldu. “Keşke eşiğine sultanların baş koyduğu bir veliyi üzmeseydim” dedi. Pişman, mahçup dergâhı terk etti.
Ebûl Vefa hazretleri oğluna hiçbir şey demedi. Hanımına;
-Ey hatun. Durum böyleyken böyle… İyi düşün, biz ne yaptık da bu çocuk böyle oldu?
O gün ikisi de çok düşünürler… Uyku muyku girmez gözlerine… Hanımı sabaha karşı “Tamam bey!” der, “Galiba buldum!”
-Anlat hele hatun?
-Çocuğumuza hamileydim. Kız kardeşim bir yere uğrayacaktı. Elindeki meyve sepetini bize bırakmıştı. Zerzevat arasından bir limon parladı. Canım nasıl çekmişti anlatamam. Kardeşimi biliyorsun. Bir şey istemeye gör, canını verir. Limonun lâfını etsem, mutlaka bize bırakacak, kendi limonsuz dönecekti evine. Aklıma başka bir yol geldi: “Limonu iğneyle delip, emeyim” dedim ve aynen öyle yaptım. Ama unuttum gitti. Evet, evet! Hata bende, limonunu delerek emdiğimi söylemeliydim kardeşime!…
-Kalk hanım, hemen kardeşine gidiyoruz.
-Bu saatte mi?
-Evet, evet bu saatte!
-Ne diyeceğiz?
-Helallik dileyeceğiz.
Sonrası malum; çocuk bu huyu kendiliğinden bırakır ve hatta dost olur sakalarla…