“Dünyayı keder ve üzüntü yeri yaptı”

“Allahü
teâlâ, kullarının sâdece kendi rızâsını isteyip, onunla hoşnûd
olmaları, dünyadan yüz çevirmeleri için, dünyayı keder ve üzüntü yeri
yaptı.”

Her insana, her
iyiliği, her rahatlığı gönderen ve her derdi, her sıkıntıyı gönderen
Allahü teâlâdır. Ni’met gelince şükür, dert gelince, istiğfâr ve
sabretmelidir. Dertler, ni’metin kıymetinin anlaşılmasına sebep
olmaktadır. İstiğfârın ve sabrın sevâbı pek çoktur. Dünyâdaki dertler,
âhırette çok sevap verilmesine sebep olmaktadır. İmâm-ı Rabbânî
hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“İyi bil
ki, ağlamak, sızlamak, derdi belâyı geri çevirmez, üzüntüyü dağıtmaz!
Kaderde olanlar başa gelecektir. Sabretmek, olmuş bitmiş şeye kızmamak
lâzımdır. Bakara sûresinin 156. âyetinde meâlen, (Mü’minlere bir sıkıntı gelince, innâ lillah ve innâ ileyhi râci’ûn derler) buyuruldu. Sabretmek ve dayanmak lâzımdır. Kazâya rızâ lâzımdır.
İnsana
gelen marazlar, elemler, takdîr-i ilâhî ile gelmektedir. Râzı olmak
lâzımdır. İbâdetlere devam, elemlere, hastalıklara sabredilmelidir.
Allahü teâlânın kereminden âfiyet beklemelidir. Mahlûklardan bir şey
beklememeli, her şeyin Hak teâlâdan geldiğini bilmelidir. Dertlerden,
elemlerden kurtulmak için duâ ve istiğfâr etmelidir.”
Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri;
“Eğer
Allahü teâlâ kullarına, hiç dert ve elem vermemiş olsa veya çok az
vermiş olsaydı, insanlar Ona ibâdet etmekten ve Onu zikretmekten gâfil
olurlardı. İnsanın, dünyâ ve âhiret saâdetine, Allahü teâlânın rahmetine
kavuşabilmesi için, ibadetten, zikirden geri kalmaması şarttır. Herkes
Allahü teâlânın rahmetine muhtaçtır. Bu sebeple, iyi düşünülürse, dert
ve sıkıntıların, aslında birer nîmet ve insânı Allahü teâlâya çeken
birer kemend oldukları anlaşılır” buyurmuştur.
Vaktiyle
evliyânın büyüklerinden Hâce Emkenegî hazretleri, talebeleri ile
dikenlik bir yerden geçerler. Bir talebesinin ayakları çıplaktır. Hemen
her adımda talebenin ayağına bir diken batar. Bağırmamak için, içinden
gizlice âh çeker. Bütün bu acılara rağmen hocasını tâkip eder. Hâce
Emkenegî hazretleri, talebesinin bu hâlini görünce;
“Kardeşim ayağa elem dikeni batmadıkça, murâd gülü açılmaz” buyururlar.
Akşemseddîn
hazretleri Göynük’e gittikten sonra da, Fâtih Sultan Mehmet Hân’a
mektuplar gönderirdi. Bir mektubunda şöyle nasihat etmektedir:
“Dünyevî
ve uhrevî rahata, lezzete dayanan iki türlü hayat tarzı vardır.
Birincisi ikinciye bakarak değersiz ve geçicidir. Şu hâlde ona iltifât
etme. Esâsen peygamberlere, velîlere, halîfelere, sultanlara rahat
değil, cefâlar ve zorluklar lâyıktır. Sen de onların yolundasın. Bu
nasibinden dolayı, elem değil zevk duy. Sen herhangi bir insân gibi
değilsin, memleketin durumu, senin durumuna bağlıdır. Bedende görünen
her şey rûhun eseri olduğu gibi, memlekette meydana gelen şeyler de
Fâtih’in eseri olacaktır. Çünkü bedene oranla rûh ne ise, memlekete
oranla sultanlar da aynı şeydir.”
Netice olarak dünya, insan
için imtihân yeri olarak yaratılmıştır. Dolayısı ile, elem ve keder
yurdudur.  Ebû Hâşim Sofî hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Allahü
teâlâ, kullarının sâdece kendi rızâsını isteyip, onunla hoşnûd
olmaları, dünyadan yüz çevirmeleri için, dünyayı keder ve üzüntü yeri
yaptı.”