Ebû Abdullah El-Hâkan Es-Sûfî

Bağdât evliyâsının büyüklerinden. İsminden Türk asıllı olduğu anlaşılmaktadır. Bağdât’ta yerleşti.Zamânının büyüklerinden ders aldı. Ebû Abdullah bin Hafif’le sohbet etti. Câfer Huzâî eş-Şirâzî, onun kerâmet sâhibi bir zât olduğunu söylerdi. Ömrü boyunca Allahü teâlânın kullarını Cehennem ateşinden kurtarmak için çalıştı. Çok talebe yetiştirdi. Nefehât-ül-Üns kitâbında 892 (H. 279) yılında vefât ettiği bildirilmektedir.

Dünyâya hiç kıymet vermez, eline geçeni fakirlere dağıtırdı. İşi, Allahü teâlâya ibâdet etmek, O’nun kullarının kalblerini kötülüklerden temizlemekti. İnsanlardan bir şey istemez, hâcet ve ihtiyâcını Allahü teâlâdan beklerdi.

Talebelerinden İbn-i Fadlan er-Râzî anlatır:

"Babamın Bağdât’ta bir dükkânı vardı. Ona dükkânda yardım ederdim. Bir gün ben dükkânda iken Ebû Abdullah Sûfî hazretlerinin geçmekte olduğunu gördüm. Onun kim olduğunu bilmiyordum. Bağdât fakirlerinden zannettim. Geçip gittikten sonra yerimde duramaz oldum. Peşinden koşup selâm verdim ve cebimde bulunan bir dinârı eline koydum. O bana hiçbir şey söylemeden uzaklaştı. Peşine düştüm Şünûziyye Câmiine girdi. Onu tâkip ediyordum. Avluda oturan fakirlerden birine elindeki parayı verdi ve namaza durdu. Parayı alan fakir dışarı çıkıp çarşıya gitti. Yiyecek bir şeyler aldı. Getirip arkadaşlarıyla berâber yediler. Ebû Abdullah hazretleri namaza devam ediyordu. Onlar yemeği yiyip bitirdikten sonra yanlarına gelip; "Size verdiğim parayı nereden buldum biliyor musunuz?" dedi. Onlar da; "Bilmiyoruz, söyleyin de bilelim." dediler. "Bu dinârı bana bir genç verdi. Bu zamana kadar onu dünyâya düşkün olmaktan kurtarsın diye Allahü teâlâya hep duâ ederdim. Allahü teâlâ da onu kurtardı" buyurdu. Bundan sonra ben elimde olmayarak gidip eline sarıldım ve "Doğru söylüyorsun üstâdım" dedim ve talebesi olmakla şereflendim.

1) Târih-i Bağdâd; c.8, s.344

2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.331

3) Vefeyât-ül-A’yân; c.2, s.124

4) Nefehât-ül-Üns; s.163

5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.131