Eğitimde işin esâsı nedir?

Eğitimde işin esâsı nedir?



Bizim dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat da “iyi insan”, orijinal ismiyle söylemek gerekirse “insân-ı kâmil” meydâna getirmektir.

 

 

Hemen başta belirtelim ki, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine faydalı unsurlar meydâna getirmektir. İşte millî eğitimimizdeki ana hedef de bu olmalıdır.

Allahü teâlânın seçkin kulları olan Peygamberlerin târihlerini incelediğimizde, hepsinin gâyelerinin, yüksek ahlâklı iyi insanlar, iyi âileler ve iyi cemiyetler meydâna getirmek olduğunu görüyoruz. Zâten bizim dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat da “iyi insan”, orijinal ismiyle söylemek gerekirse “insân-ı kâmil” meydâna getirmektir.

Aslında, Hazret-i Âdem’den itibaren gelmiş-geçmiş bulunan 6 Ülü’l-azim Peygamber, 313 Resûl, 124 binden ziyâde Nebî’nin eğitimdeki hedefleri aynıdır. 100’ü suhuf, 4’ü büyük kitap olmak üzere, bu Peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, altını çizerek ifâde edelim ki, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.

Bütün Peygamberler ve onların vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan fertler, âileler ve cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.

Son Peygamber olan Resûl-i Ekrem Hazret-i Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem), 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe, “hayırlı bir ümmet” meydana getirmesi, onların da 40-50 sene gibi çok kısa zaman zarfında, gâyet mahdût imkânlarla Endülüs’ten (İspanya’dan) Çin’e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip  oralara ilim, irfân, ahlâk, fazilet, adâlet, medeniyet, nûr ve hidâyet götürmeleri  konusu ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.

Hepimiz biliyoruz ki, yaratılmışların en şereflisi olan insan, cemiyet hâlinde yaşamak mecbûriyetinde olan bir varlıktır. Her insanın, diğer insanlarla iyi geçinmesi lâzımdır ve bu husûs günümüzde çok daha önemlidir.

Malûm olduğu üzere insanlarla iyi geçinebilmenin iki şartı vardır: Birincisi, kendisinin iyi bir insan olması, ikincisi ise, insanları iyi tanımak.

Şüphe yoktur ki, iyi fertlerden iyi âileler, iyi âilelerden iyi cemiyetler meydana gelir. İyi cemiyetlerin teşkil ettiği devletler de çok sağlam ve güçlü olur. Asr-ı Saâdet’ten sonra, târih boyunca insanlığa  huzûrlu devirler yaşatmış olan Emevîler, Abbâsîler, Karahânlılar, Gazneliler, Tîmûroğulları, Bâbürlüler, Selçûklular, Osmânlılar gibi İslâm devletleri bunun en bâriz örneklerini teşkîl ederler.

Allahü teâlâ da, Kur’ân-ı hakîminde bir âyet-i kerîmesinde buyurmuştur ki:

“Sizden öyle bir cemâat bulunmalıdır ki, (onlar herkesi) hayra çağırsınlar. İyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar murâdına erenlerin tâ kendileridir” [Âl-i İmrân, 104] buyurulmuştur.