“Ey utanmaz yılan!”

(Dünden devam)
Server-i âlem Efendimiz, hazret-i Ebû Bekr’e; “O yılan ile benim aramı aç, bırak çıksın” buyurdu. O da ayağını çekti.
Yılan dışarı çıktı.
Zehirli bir yılandı.
Hüzünlü ve gamlıydı.
Fahr-i âlem, yılana;
“Ey utanmaz yılan! Allah’tan korkup, benden hayâ etmedin mi ki, benim mağara arkadaşımın ayağını sokarak eziyyet ettin” dedi.
Ve onu azarladı.
Yılan dile geldi.
Ve cevap verip;
“Ey insanların ve cinnin Peygamberi! Senin âşıkın sâdece insanlar değildir. Belki kuşlar, yılanlar, karıncalar da cemâline âşıktır. Ben kulun, birçok yaşlı büyüklerimizden yüksek vasıflarınızı dinleyip, mübârek yüzünüzü görmeye âşık oldum” dedi.
Ve devam edip;
“Yâ Resûlallah, bu mağarayı şereflendireceğini biliyor, nice zamandır yolunuzu bekliyordum ki, az önce bu karanlık mağaraya girip, güneş gibi aydınlattınız. Ne var ki, arkadaşın perde oldu. Mübarek yüzünüzü görmeme mâni oldu. Bu sebeble, korku ve hayâ ben kulundan kalkıp, elimde olmayarak bu küstahlık benden vâki oldu” dedi.
Çok özürler diledi.
Resûl-i Ekrem
“aleyhisselâm”
Yılanın özrünü kabûl etti.
Hazret-i Ebû Bekr‘in yarasına, mübârek ağızlarının suyundan sürdü.
O ânda şifâ buldu.
Acısı dindi. (Devamı yarın)

Comments are closed.