“Fani olanı bırakıp, baki olanı aldım…”

“Fani olanı bırakıp, baki olanı aldım…”



“Yol çok uzun, bu uzak yolculuğa da azık gerekir. Bu da dünyada elde edilir. Dünya sevgisi ve meşgâlesi bu azığı insana unutturur, elleri boş olarak dünyadan çıkmasına sebep olur…”

 

İbrahim bin Edhem’in babası Belh şehrinin padişâhı idi. Kendisi de şehzâde olup köşklerde oturuyordu. Avlanmayı çok severdi. Her türlü imkâna sahip, her istediğini yer, dilediği elbiseyi giyer, bütün emirleri yapılırdı…

Bir gece tahtı üzerinde uyumuştu. Bir ses duyup uyandı. Tavan sallanıyordu, damda biri vardı. “Damdaki kimdir” diye seslendi. “Tanıdık biriyim, devemi kaybettim de onu arıyorum” dedi. “Hey şaşkın, damda deve olur mu”? deyince, damdaki adam “Ey gafil! Sen Allahü tealayı altın taht ve süslü elbiseler içinde olduğun hâlde arıyorsun! Bu, damda deve aramaktan daha garip değil mi?” dedi.

            ***

Bir sabah avlanmak için yatağından çıktı ve gitti, bir şey unuttuğunu fark etti geri döndü. Hizmetçi kadın da yatağını düzeltmeden “kuş tüyü yatakta yatmak nasılmış” diye merak eder ve “biraz uzanayım, sonra kalkar düzeltirim” diye içinden geçirir. Yatağa yeni uzanmıştı ki İbrahim bin Edhem içeri girdi. Onu o hâlde görünce çok kızdı. “Sen nasıl benim yatağıma girersin terbiyesiz kadın!” diye azarladı ve dövmeye başladı. Hizmetçi kadın dayak yedikçe gülüyordu. “Niçin gülüyorsun?” diye sordu. O da şöyle cevap verdi: “Ben bir iki dakika bu yatağa uzandım, bir sürü dayak yedim. Sen her gece bu yatakta yatıyorsun kim bilir senin başına neler gelecektir!..”

şehzade, bu iki hadise ve diğer bazı ikâzlardan çok etkilenmişti. Kalbi Allahü teâlanın aşkıyla yanmaya başladı. O zamana kadar bilerek veya bilmeyerek işlediği bütün günâhlarına tövbe etti.

Saltanatı, şehzâdeliği ve sahip olduğu her şeyi bırakıp ahiret saltanatına talip oldu. Bu, kolay bir iş değildi. Merak edenler, İbrahim bin Edhem hazretlerine sordular: “Nefsini nasıl razı edebildin de böyle bir fedâkârlığı yapabildin?” Şöyle cevap verdi:

“Üç şeyden dolayı bu yolu tercih ettim… Birincisi, baktım ki, ne kadar dost ve arkadaşlarım olursa olsun kabre yalnız gireceğim. Kabirde yalnızlığımı giderecek, bana arkadaşlık edecek birine ihtiyacım vardı ki, bu da salih amelden başkası olamazdı…

İkincisi; baktım ki yol çok uzun, bu uzak yolculuğa da azık gerekir. Bu da dünyada elde edilir. Dünya sevgisi ve meşgâlesi bu azığı insana unutturur, elleri boş olarak dünyadan çıkmasına sebep olur. Fani, geçici olanı bırakıp, baki ve kalıcı olanı aldım…

Üçüncüsü; kıyamet günü hesabımızı görecek olan bizzat Rabbimizdir. Ondan da saklı ve gizli hiçbir şeyimiz olamaz. Böyle bir güne ve böyle bir hesap için hazırlık yapmak her insan için en önemli meseledir…”