FETÖ: Mezhepler Üstü Din Öğretimi ve Alevi Açılımı

FETÖ: Mezhepler Üstü Din Öğretimi ve Alevi Açılımı



Türkiye’de Diyanet ve İlahiyatlar dâhil din öğretiminde mezhepçilik yapıldığı konusunda genel bir kanaat vardır. Bana biraz Nasreddin Hoca’nın kedi ciğer hikâyesi gibi geliyor bu durum. Madem Sünni Hanefi bir din öğretimi var, neden öğrencisinden İmam Hatip öğretmenine kadar mezhep konusunda tam bir cehalet var.(*) Madem cehalet var o hâlde nerede yapılıyor bu Sünnilik?

Uzun yıllardır, Kur’ân kursunda ya da sivil alanda “amelde mezhep imamının Ebu Hanife, itikatta imamın İmam-ı Matüridi” şeklinde bir bilgi artık aktarılmıyor. Hatta bırakın bunun öğretilmesini, öğretilmesinin gerekli olduğu dahi düşünülmüyor. Türkiye buraya nasıl geldi? Hatta muhtemelen okuyucularım başlıkta yer alan FETÖ’nün Türkiye’nin buraya gelmesiyle ne alakası olduğunu da merak ediyordur! Bugün bu soruların cevabını arayacağız…

 

Din dersleri zorunlu oluyor

 

Türkiye’de toplumun büyük bir kesimi, en azından 1980’den bugüne değin zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi görmektedir. Buna Kur’ân kursunda okuyan ve cumada hutbe dinleyen kesimleri de katarsak toplumun büyük bir çoğunluğunun din öğretimi aldığını söyleyebiliriz. Buna rağmen insanlar Hanefi-Matüridilik konusunda neden bu kadar bilgisizler? Kitaplarda yazsa bile yapılan çalışmalar gösteriyor ki mezhep konusunda ciddi bir ön yargı var. Bu ön yargının oluşmasında uzun süredir empoze edilen “Mezhepler Üstü Din Öğretimi Modeli”nin etkili olduğunu düşünüyorum.

“Mezhepler Üstü Din Öğretim Modeli” nedir, ne zaman gündeme geldi? Batı’da gündeme gelmesi 60-70li yıllar. Maneviyatçılıktaki artış, çok kültürlülük ve diyalog tartışmalarının sonucu olarak gündem oldu. Bizde ise 12 Eylül 1980 sonrası din dersinin okullarda mecburi hâle gelmesiyle gündeme taşındı. Kısaca sürece bakalım…

1981’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde düzenlenen “Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri”nde 1980 öncesi Çorum, Maraş gibi olaylara dikkat çekilerek zorunlu din dersinin mezhep çatışmasını önleyecek şekilde düzenlenmesi gerektiği dile getirilir. Bu tartışma bir süre devam eder. Sonuç olarak Prof. Dr. Beyza Bilgin’e göre din derslerinin müfredatı mezhepler üstü olarak düzenlenir. Bilgin’e göre; “Bu değişimle birlikte artık İslam Din Dersinin İslam’ın mezheplerinden birinin öğretimini yapmayacağını, aksine bu mezheplerin dayanağı olan İslam Dininin temellerini ve bu temeller doğrultusundaki yaşanışın ürünü olan din kültürünü öğreneceklerini düşünmektedir.” Yani Selefilikte olduğu gibi din dersleri Kur’ân ve Sünnet merkezli olacak ve mezhep sistematiği reddedilecektir. Sonra mezhep tarihçileri için de “mezhepler üstü”lük zamanın ruhu hâline getirilir. Artık yeni din öğretimi ve hatta İlahiyat disiplinlerinde “mezhepler üstü” bir yaklaşım öne çıkar. Aslında 80 askerî darbesi sonrası Cumhuriyetin kurucu aklında bulunan Hanefi-Matüridiliği daha da merkezîleştirmesi beklenir, değil mi? Tam aksine sözde mezhep çatışmasını önlemek adı altında Batıdan ithal “mezhepler üstü” bir yaklaşım benimsenir.  

Öne sürülen Alevi-Sünni çatışmasının önlenmesi adına “mezhepler üstü” yaklaşımın savunulması makul mudur? Bu bana pek makul gelmiyor. Zira Osmanlıda Bektaşiler Hanefilikten uzak değillerdir. Bektaşi olan Yeniçeri ocağının sancağının adı Ebu Hanife sancağıdır. Anadolu’da da Alevilerin Ebu Hanife’ye karşı muhabbeti bilinmektedir. Cumhuriyet değerlerine bağlı olan Alevi vatandaşlarımızın özellikle Hanefi ve Matüridilik ile hiçbir meselesi olmamıştır. Çatışma daha çok sağ-sol siyasallaşması ve radikal-siyasi İslamcılığın aşırı yorumlarının bir sonucudur.

“Mezhepler üstü” yaklaşımı yalnızca din derslerini değil, İlahiyat Fakültelerindeki eğitimi de etkiler. İlahiyat Fakültelerinde de mezhepler üstü bir eğitim modeli öne çıkar. Öyle ki, ne fıkıh ne kelam ve ne de mezhepler tarihinde Hanefi-Matüridilik merkezî bir role sahip olmamıştır. İstanbul Darü’l-Fünun İlahiyat Fakültesi’nin ilk hocaları Hanefi-Matüridiliği merkeze alarak bir din öğretimi gerçekleştirirken, Türkiye’de fıkıh alanında ilk Hanefi usul kitabı 2018 yılında Prof. Dr. Yunus Apaydın tarafından yazılmıştır.

Şimdi asıl meseleye gelelim. “Mezhepler üstü” kavramı bu sefer FETÖ’nün Alevilik projesinde anahtar bir kavrama dönüşür. Nasıl mı? Sırayla gidelim.

 

Mezhepler Üstü Din Öğretimine FETÖ el atıyor!

 

Beyza Bilgin’in talebesi, doktora öğrencisi Osman Eğri 1994 Çorum İlahiyat Fakültesi’nde asistan olur. Rahmetli dekanımız Hasan Katipoğlu’nun şehadetiyle kendisi sınavda çok başarılı olmamıştır; ama birileri “Alevi bir ilahiyatçı Çorum’a lazım” diye referans olurlar. Kolunun altında Zaman gazetesiyle gelen Eğri’ye referans olanlar onun Gülen örgütüne mensup olup olmadığını bilmiyor olabilirler mi? Hiç sanmıyorum; o gün bilmeseler bile daha sonraki yıllarda şahsım tarafından yapılan tüm uyarılara kulak tıkadıklarını biliyoruz.

12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesi’nde akşam saatlerinde Alevilere ait üç kahvehane, sayıları belirlenemeyen kişilerce taranır. Olayda bir Alevi dedesi ölür ve failler yakalanamaz. Akabinde bildiğimiz Gazi olayları başlar, sokağa çıkma yasağı ilan edilir.

24 Mart 1995’te DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile FETÖ lideri Gülen bir araya gelir. Gazi olayları ve Alevilerin sıkıntıları gündeme gelir.

14 Temmuz 1995’te Milliyet gazetesinde Ruşen Çakır, Gülen ile bir röportaj yapar; konu Aleviliktir. Gülen “Bütün Alevilerin ayaklarının altına başımı rahatlıkla koyabilirim”, “Ben de Aleviyim, annem de Alevi babam da Alevi” ve “Bir ferdin cami yapmak veya cemevi açmak için Başbakan’dan izin istemesi… Fevkalade manasızdır” diyerek Alevilere dönük operasyonun işaret fişeğini çakar. Mezhepler üstü eğitim modeli FETÖ’nün Alevilik açılımı için bir kaldıraç görevi görecektir.

Gülen’in Alevilik açılımının sebebi hikmeti 28 Şubat 1998’de ortaya çıkar! 28 Şubat tüm İslami cemaat ve grupları küçültürken, Gülen’e dokunulmaz. Aksine askerler dâhil birçok kesim tarafından korunup kollanır. Bu süreçte Osman Eğri’nin Aleviler ve askerler tarafından nasıl kollanıp gözetildiğini hayretle izlemiştim…

23 Mart 1998’de Abant Platformu “Din ve Laiklik 1” toplantısını yapar; toplantıda diyanetin mezhepler üstü kalmasının gerekliliği vurgulanır. Böylece mezhepler üstü yaklaşımın nasıl bir kaldıraç görevi göreceği anlaşılmış olur…

Cem Vakfının 1998 yılında düzenlediği “Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yapılanması” isimli Uluslararası Sempozyumda Beyza Bilgin yine mezhepler üstü öğretime vurgu yapar. 3 Kasım 2003 tarihinde DİB’nın düzenlediği Dinî Yayınlar Kongresinde Osman Eğri, Alevi klasiklerinin yayınlanması gerektiğini savunur. 

2003’te Osman Eğri önce Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi’nin Çorum Şubesinin başına geçer, 2007’de ise Hitit Üniversitesine bağlanan merkezin müdürü olur. 2007 yılında Osman Eğri başkanlığında Türkiye Diyanet Vakfı tarafından “Alevî-Bektâşî Klasikleri” yayınlanır.

Abant Platformu tarafından 17-18 Mart 2007 tarihleri arasında İstanbul’da “Tarihî, Kültürel, Folklorik ve Aktüel Boyutlarıyla Alevilik” konulu bir sempozyum toplanır. Toplantıda Mezhepler üstü din eğitimini savunanlar ile FETÖ’nün Alevilik Masası yan yana gelir. Burada devletin resmî bir mezhebi olmaması gerektiği, bir mezhebi öne çıkarmaması gerektiği tekrarlanır… 2010 yılında Başbakanlık, “Alevilik Çalıştayı” düzenler; ana vurgu devletin ve Diyanet’in mezhepçilik yapmaması ve Mezhepler üstü bir yaklaşımın öne çıkarılmasıdır. Artık adı “Hükûmetin Alevilik Açılımı”dır…

Daha sonra Osman Eğri rektör yardımcılığı görevine getirilir. Bu süreçte FETÖ’nün Alevilik Masası Başdirektörü Osman Eğri, Amerika dâhil, bilinen 13 Alevi dernek, vakıf kurar. Alevi klasiklerini çıkarır, resmî ve sivil tüm Alevi Çalıştayı ve Sempozyumlarının içinde başköşededir.

 

Bu, tesadüf olabilir mi?..

 

Şimdi sorum şu: Türkiye’de mezhepler üstü din eğitimi ile FETÖ’nün Alevilik operasyonunun adım adım birlikte yürümesi bir tesadüf olabilir mi? Hiç sanmıyorum. 

Peki FETÖ neden bu iki projeyi birbirine eklemiştir? Cevap çok basit: Aslında bu sayede, birincisi; Aleviliğin içine sızarak onları kendi amaçları için kullanacak bir alan kazanmıştır. Bu sayede orduda ve yargıda kolayca hayatta kalmayı başarmıştır. İkincisi; Sünni merkezi boşaltarak kendi dinî anlayışına uygun bir din eğitimi alanı açmıştır. Çünkü Hanefi-Matürdiliğin ve Yesevi İrfanın öğretildiği bir iklimde FETÖ kolay tutunamazdı. Üçüncüsü ise dinî kurumların din eğitimini başaramaması FETÖ’ye olan ihtiyacı artırdı. İçini boşalttığı eğitimi dışarıda kendi verdi…

Diğer bir sorum da Alevilik Açılımı yapmak, Alevi vatandaşlarımızın devlet tarafından kucaklanması ve cemevlerinin yasal statüye kavuşması için Türkiye’de din öğretiminin mezhepsizlik üzerinden mi verilmesi gerekiyordu? Hiç sanmıyorum. Alevilerin bu haklı taleplerini karşılamak hatta din dersinde Aleviliğe yer vermek için mezhepler üstü bir öğretime ihtiyaç yoktu. Hatta Hanefi-Matüridi-Yesevi inancının merkeze alınması Anadolu’da Bektaşiliğin kökleri açısından daha anlamlı olacaktı. Gaziantepli Bektaşi Hamdi Baba’nın Ehl-i sünnetten olduğunu, mezhebinin de Ebu Hanife olduğunu belirten şu sözleri bu bağın küçük bir örneğidir:

“Fi’limiz şer-i Muhammed mesleğim râh-ı Ali Ehl-i sünnet milletinde mezhebim Ebû Hanîfe…” 

Doğal olarak FETÖ aynı zamanda Aleviler ile Hanefilik arasındaki kadim bağları da yok etmiştir.

Sonuç; Osman Eğri 15 Temmuz günü yurt dışına kaçtı. Ama ona kefil olanlarla Türkiye’de mezhepler üstü din eğitimi devam ediyor. Mirası ve bıraktıkları ise her yerde hâlâ yaşamakta…

…..

(*) http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/hilmi-demir/600152.aspx.