Fıkıh Âlimi Ebû İmrân Fasî

Ebû İmrân Fâsî hazretleri Fas’ta yaşamış olan fıkıh, hadis, kelâm ve kıraat âlîmidir. 365 (m. 976) yılında doğdu. Tunus’un Kayrevan şehrine giderek tahsilini orada yaptı. Buradan Bağdat’a gidip zamanın meşhur âlimlerinden fıkıh dersi aldı. 430 (m. 1039)’da Bağdat’ta vefat etti. Buyurdu ki:
Müslümanım diyen kimsenin, kâfirlere mahsûs şeyleri zaruret olmadan yapmaması ve kullanmaması, kâfir zan olunmaktan çekinmesi lâzımdır. Zünnâr bağlamak ve puta tapınmak gibi işleri İslâmiyet küfür alâmeti saymıştır. Bir insan, başka bir dîne mahsûs olan bir işi yapmakla, o dîne girmiş olması lâzım gelmezse bile, o dîne mahsûs şeyin kendinde görünmesini kabul etmiş olur. Böylece, kalbindeki îmanın sarsılmış olduğu düşünülebilir. İmâm-ı Azam ebû Hanîfe, (İslâmiyete hangi yol ile girilirse yine o yol ile çıkılabilir) buyurmuştur. Buradaki yol, kalbin inanması demektir. Yâni, kalbe îman girince, Müslüman olur. Kalpten îman gidince, Müslümanlıktan çıkar buyurmaktadır. Müslümanlar, Müslümanlığa mahsus şeyleri yapmakla, alay olunmasını düşünmemeli. Hürmet duyulacağını düşünmeli ve bu hareketinden şeref duymalıdır. İslâm âlimlerinin bildirdiği şeyleri kalpteki îmanla bunun ne alâkası var diyerek hafîf görmek câiz değildir. Çünkü, kalpten bütün azalara yol vardır. İslâmiyetin emrettiği işler, iyidir. Yasak ettiği işler, kötüdür. İnsanlar, bugün bunu anlamasalar da, doğrusu budur. İslâmiyetin yasak ettiği şeyler yapılınca, kalp kararır, katılaşır. Büyük günahlar çok yapılırsa, îman gidebilir.
Kalp ile inanmak, Müslümanlığın temeli olduğu gibi, amellerin de en üstünü budur. Resûlullah hazretlerine işlerin en üstünü hangisidir diye sorulduğunda, (Allaha ve Resûlüne inanmaktır) buyurduktan sonra, âmentüyü okumuştur. İslâmiyette îmanın esas olması, amellerin, ibâdetlerin önemini azaltmaz. Çünkü, amellerin yapılmasına sebep, îmandır. Sebebin kuvvetli olması, netîceyi emniyet altına alır. Îmanı kuvvetli olan bir Müslüman, amellere daha çok önem verir. Müslümanların her amele, her vazîfeye de ayrı ayrı îman etmesi lâzım olduğu için, günah işleyenler, îmanlarının sarsılacağını, hattâ gideceğini düşünerek titrerler. Hattâ bir günahı işlemeyen kimse bile, o günaha önem vermese, ‘ne olurmuş’ dese, kâfir olur.