Gülümseten hatıralar…

Gülümseten hatıralar…



“Gönül çocuk ruhlu olunca insan mutlu oluyor. 23 Nisan’a denk geldi biraz çocukça gülelim dedik…”

 

Üstün zekâlı çocuk: İş yerime bir aile geldi çocukları da yanındaydı. Çocuklarının okula gittiğini ve üstün zekâlı olduğunu belirttiler. Peki, nasıl bu kanaate vardıklarını sordum. İllerin plaka numaralarını ezbere saydığını söylediler. Birkaç ilin plakasını sordum, doğru cevap verdi. “Peki, yedi cüceler kaç kişidir?” diye sordum çocuğa. “Biz orayı görmedik” demişti. Annesi ve babası da oldukça şaşırmışlardı…

Bahşiş verme usulü: İstanbul’a ilk geldiğimiz yıllarda Mustafa Dayı bizi lokantaya götürürdü. Masaya oturur oturmaz garson yanına gelir hemen bahşişini eline sıkıştırırdı. Bize “bahşişi siparişten önce vermek gerekir ki garson masanın hizmetini daha şevkli ve hızlı yapsın. Masadan kalktıktan sonra verdiğin üç kuruşun sana bir faydası olmaz” derdi. Hakikaten masamız tam donatılır mutlaka arkasından da son sürat meyve tabağı gelirdi.

Seven ne yapmaz: Öğrencilik yıllarımızda bir arkadaşım nişanlısına mektup yazıyordu. Bir satırını Türkçe diğer satırını da Arapça olarak yazması dikkatimi çekti. Yazarken de oldukça zorlanıyor bir yandan da araştırma yapıyordu. Neden böyle bir şey yaptığını merek edip sordum. “Mektubumu okurken başını hızlı çevirmesin boynu ağrır, ben ona kıyamam” demişti. Oldukça şaşırmıştım.

Dayan Pepo: Musevi bir arkadaşımız olan Pepo yetenekli (!) bir satıcıydı. Gittiği her yerde esnafla hemen kaynaşır ve kendini sevdirirdi. Kayserili Mehmet Efendi de iyi müşterisiydi. Onunla birlikte camiye gider, namaz bitiminde de siparişlerini alırdı. Yine bir gün yolu Kayseri’ye düşer, Mehmet Efendiye uğrar; camiye birlikte giderler. Teravih namazı olduğunu bilmeyen Pepo namazın bitmek bilmediğini görünce camiden çıkmak ister ama cami tıklım tıklım, çıkamaz. İçinden “Dayan Pepo” der. Namaz biter. Pepo da biter. Pepo artık Mehmet Efendiye mal satmaya öğleleri uğrar.

Az kuru, bir buçuk ekmek: Bir hemşehrimin sigorta işlemlerini yaparak emekli olmasını sağladım. Çok memnun oldu. Bir öğle yemeğini birlikte yememiz için de ısrar etti. Ben de kıramadım birlikte lokantaya gittik. “Ne yersiniz?” diye bana sordu. Ben de “önce siz sipariş verin sonra da ben” dedim. Peki, dedi. Garsona “bana az kuru, bir buçuk ekmek, iki baş soğan biraz da yeşil biber getir” deyince garson: “Ağabey, biz bunların hangisinden para kazanacağız?” derken ben de “bunlar ikimize de yeter” dedim, garson şaşakalmıştı…

           Y. Gönenç-İstanbul