Günâhlarla dolu dünyâdan kurtuldum

Dinimizin kötülediği, Kur’ân-ı kerîmde kötü denilen dünyâ, harâmlar ve mekruhlardır. Ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra faydası olanlar, dünyâdan sayılmaz, âhıretten sayılırlar. Çünkü dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir. Dünyâda olanlar,  islâmiyete uygun kullanılırsa, âhırete faydalı olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur.
Kötülenen dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demektir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete sürüklenir.
Dünyâ sevgisi, âhırete hâzırlanmaya mâni olur. Çünkü kalb onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeye uğraşarak ibâdet yapamaz olur.
Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ, herkesin kalbini bundan soğutur, bunu kimse sevmez.
Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki mânâsı, en zararlı, kötü şey demektir. Küfre, inkâra sebep olan şeyler, harâmlar, mekrûhlar, dünyâ demektir. Mubâhlar, islâmiyete uymaya mâni olunca, dünyâ olurlar. Muhabbet, sevmek, berâber olmayı istemek, bundan zevk, lezzet duymak demektir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Küfrü, inkârı, harâmları, mekrûhları sevmek, beğenmek küfür olur. Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfür olur, dünyâ olur.
Dünyâyı seven kalb, hastadır. Kalbin temiz olması, dünyâyı sevmekten kurtulması demektir. Kalb hastalığının ilâcı, islâmiyete uymak ve Allahü teâlâyı çok hâtırlamak, kalbe yerleştirmektir.
Ebü’l-Hüseyin Mâlik hazretleri şöyle anlatıyor:
“Hayr-ı Nessâc hazretlerinin vefâtı ânında yanında idim. Akşam namazı vaktiydi. Vefât edeceği zaman kapıya doğru işâret ederek;
-Allahü teâlâ sana, benim canımı almayı, bana da namaz kılmayı emretti. Şu anda namaz vaktidir. Ben, bana emrolunanı yapayım. Ondan sonra da sen, sana emrolunanı yaparsın buyurdu.
O zaman biz, Hayr-ı Nessâc hazretlerinin Azrâil aleyhisselâm ile konuştuğunu anladık. Sonra abdest alıp, namazını kıldı. Yatağına uzandı, gözlerini kapadı ve Kelime-i şehâdet getirip rûhunu teslim etti. Vefâtından sonra kendisini rüyâda görüp;
-Allahü teâlâ sana nasıl muâmele eyledi? diye sordular.
-Bana bundan sormayın, fakat ben, harâmlarla ve günâhlarla dolu alçak dünyâdan kurtulup rahata kavuştum buyurdu.”
Netice olarak dünyâ, Hak teâlânın sevmediği, harâmlar, mekruhlar demektir. Allahü teâlânın sevmediği şeyleri sevmek, günâhların başıdır. Hadîs-i şerîfde buyurulduğu gibi:
(Dünyâ mel’ûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmıyanlar mel’ûndur.)