HAYRABOLULU Ahmed Sârbân Efendi

Ahmed Sârbân Efendi
Osmanlı velîlerindendir. Tekirdağ’a bağlı Hayrabolu’da doğdu. Küçük
yaşta ilim öğenmeye başladı. Fakat sonra yeniçeri ocağında 26. ortayı
meydana getiren Deveci ortasına kaydoldu. Çalışkanlığı ve zekâsı
sâyesinde Devecibaşılığa kadar yükseldi. Kânûnî Sultan Süleymân Hanın
Irakeyn seferine Sârbânbaşı (devecibaşı) olarak katıldığından bu lakapla
tanındı…
Yine bu seferde, orduda gönül ehli Pîr Ali Sultan
adında bir zât vardı. O, Ahmed Sârbân Efendiyi gördüğü anda ondaki ilme
karşı kâbiliyet ve istidâdı da sezdi. Kendisine pekçok
nasîhatlerde bulundu. Ahmed Sârbân Efendi sefer dönüşü görevinden
ayrılarak kendisini tamâmen Pîr Ali Sultan’ın sohbetlerine verdi.
Hocasının vefâtından sonra Hayrabolu’ya geldi. Orada talebeler
yetiştirdi. Bir gün talebeleri arasından birinin hallerini anlayamadığı
evliyâullahtan bir zatın aleyhinde konuştuğunu duyunca;
“Evliyâya
eğri bakma/Kevn ü mekân elindedir. Mülke hükmün süren oldur/İki cihân
elindedir. Sen ânı şöyle sanursun/Sencileyin bir âdemdir. Evliyânın
sırrı vardır/Gizli âyân elindedir”
diyerek, velilerin cenâb-ı Hak
katındaki değerine işâret etti. O talebe çok mahcûb ve perişân olarak
özürler diledi, tövbe etti.
Ahmed Sârbân Efendinin çok huysuz ve
geçimsiz bir hanımı vardı. Efendisini görmeye gelenlere içeriden; “Siz
bu heriften ne meded umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok
mu?” diyerek bağırırdı… Bir gün Şeyhin talebeleri hem bu durumu
düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı: “Acaba nasıl oluyor
da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor?”
Onların bu düşüncelerini anlayan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi:
“Dostlarım! Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir
kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim
talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, kötü huylu insanlarla da
iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle
gelin. İşte bu kadar…”
Ahmed Sârbân Efendi ömrünün sonuna kadar o
kadının yaptığı eziyetlere katlandı. 1545 (H.952) yılında Hayrabolu’da
vefât etti. Hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh
hazretlerinin mezar taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz;
“Ah ah! Yazık çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim”
diyerek gözyaşı dökerdi…

Comments are closed.