Hiçbir şeyin farkında değildim

Hiçbir şeyin farkında değildim



“O büfe şehrin en mutena yerinde ve ileri gelenlerinin varlıklı insanlarının yaşadığı muhitteydi.”

 

Şaşırdık şaşırmasına ama üzerinde durmadık. Arkadaşımla da ayaküstü konuşmuş hâl hatır sormuş olarak vedalaştık. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Birkaç adım ya attım ya atmadım. Karşıma şehrimizin milletvekillerinden birisi çıktı. Biz eskiden bunlara mebus derdik… Yanında bir iki kişi daha vardı. Onu uzaktan izlerken hatıralar canlandı gözümde. Yıllar önce bu milletvekili daha genç bir mühendis iken ben onların mahallesinde bir bakkalda tezgâhtar olarak çalışıyordum.

Tezgâhtar dediysem, bir büfenin iki ortağı vardı. Onlar büfeyi bana bırakıp giderdi. Ben açıp ben kapatırdım. Ne hesap sorarlardı ne merak ederlerdi. Şehrin en mutena yerinde ve ileri gelenlerinin varlıklı insanlarının yaşadığı muhitteydi. Doktorlar, mühendisler, avukatlar ve şehrin ileri gelenlerinin yaşadığı semtti… Valilik binası ve bahçesi de aynı semtteydi…

Çok şükür o büfede kuruşu kuruşuna kadar hepsini hesap eder, geliri gideri yazar yazdıklarımı iki nüsha hâlinde ortak olan patronlarıma iletmek üzere kaydederdim. Bu iki ortak bu büfeyi lağvedene kadar ben işletmiştim…

Ben babamın o büfeyi çalıştırdığı hâlini de hatırlıyordum aslında… İşine olan titizliği, müşteriye olan ilgisi, dürüstlüğü müşteriler tarafından söylenir, babam “vazifem” dese de onlar “O kadar mükemmel bir esnafsın ki bu teşekkürü yapmak zorundayız” derlerdi.

O zamanlar elektronik teraziler yoktu ama babam bir kilo toz şekeri kese kâğıdına doldururken eli o kadar alışmıştı ki tarttığı şeker çoğu zaman kılı kılına denk gelirdi… Mevsimi gelip de karpuz satarken o karpuzların hepsini tek tek silip parlatmak meyveleri özene bezene dizmek nasıl bir zevkti veya sorumluluktu hâlâ anlamış değilim.

Babamın hatırasını onun ağzından anlatmaya devam ediyorum:

“İşte o büfede bana dürüst esnaflığım için o teşekkürü yapanlardan biri de bu milletvekili idi. Ben bu duyguda iken milletvekili “zınk” diye durdu. Ani bir hareketle sanki bir mecburiyetmiş gibi yönünü bana döndü. Ta karşıdan beni inceler gibi baktı. Sonra hızlı adımlarla yanıma geldi…

Çevresindekiler de şaşırmış peşinden geliyorlardı. Ben de şaşırmadım desem yalan olur. Ama hâlen hiçbir şeyin farkında değildim.

-Sen! Sen O’sun… Yeşilyurt Büfesindeki Murat Amca’sın.

Buruk bir tebessümle mukabele ettim. O devam etti:

-Şansına bugün buradayım biliyor musun? DEVAMI YARIN