Hübeyret-ül-Basrî hazretleri

Hübeyret-ül-Basrî hazretleri, Huzeyfetü’l-Mer’âşî hazretlerinin halîfelerinin ileri gelenlerindendir. Hakkındaki bilgiler çok azdır. 900 (H.287) yılında vefât etti. Hocası Huzeyfetü’l-Mer’âşî ile bir beldeye gittiklerinde, başlarından geçen hâdiseyi şöyle anlatır:
“Huzeyfetü’l-Mer’âşî hazretleri, kendisini karşılamak için toplanan halkı görünce, Allah korkusundan ağlamaya başladı. Yanına biri gelip;
-Ey üstâd! Niçin bu kadar ağlayıp sızlayıp, sıkıntı çekmektesin? Yoksa Allahü teâlânın, Rahîm, Kerîm, Gafûr olduğunu bilmiyor musun? dedi.
Huzeyfe hazretleri de;
-Allahü teâlâ, bir fırka Cennet’te, bir fırka Cehennem’dedir buyuruyor. Ben acabâ, bunların hangisindeyim. Bunu bilmediğim için ağlıyorum, buyurdu. Soran kimse;
-Senin kendinin ne olduğundan haberin yok, nasıl başkalarına yol gösterirsin? dedi. Huzeyfetü’l-Mer’âşî, bu söz üzerine kendinden geçip bayıldı. Kendine geldiği zaman orada bulunan herkesin duyduğu, gâibten bir ses geldi: Ses;
(Ey Huzeyfe! Biz seni dost edindik, kıyâmet günü seni Cennetlikler arasına koyacağız) diyordu. Bu müjdeyle orada bulunan üç yüz kadar kâfir Müslüman olup, Huzeyfe hazretlerine talebe oldular…”
Hübeyret-ül-Basrî hazretleri, vefatına yakın buyurdu ki:

BİD’AT EHLİ İLE KONUŞMAK!..
“İyi biliniz ki, bid’at sahibi ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Yetmişiki türlü bid’at sahibi vardır. Bunların içinden en kötüsü, Peygamberimizin Eshâbına düşmanlık edenlerdir… Kur’an-ı kerimi ve İslâmiyeti bizlere bildiren, Eshâb-ı kirâmdır. Onlardan biri kötü olursa, Kur’an-ı kerim, sağlam olmaz. İslâmiyete güven kalmaz. Kur’an-ı kerimi, Osman topladı. Osman için, dil uzatılırsa, Kur’an-ı kerime dil uzatılmış olur. Zındıkların böyle îtikatlarından Allahü teâlâya sığınırız! Eshâb-ı kirâm arasındaki ayrılıklar, muharebeler, nefslerine uyarak değildi. Onların mübârek nefsleri, insanların en iyisinin sohbetinde bulunmakla, kalbleri cilâlayan sözlerini dinlemekle, tezkiye bulmuş, emmârelikten kurtulmuştu. Nefslerinde, İslâmiyete uymayan istek kalmamıştı. Şu kadar biliyoruz ki, Emîr haklı idi, Ona karşı duranlar hatâ etti. Fakat, bu hatâları, ictihâdda yanılma idi. İctihâd hatâsı, fısk, günah değildir. Hattâ, ayıplamaya bile izin yoktur. Çünkü, ictihâdda hatâ edene de, bir sevap vardır…”