Huzura hasret bir dünya!..

Dünya savaşlar ve terör hadiseleriyle kaynıyor!.. Peki nedir bütün bunların sebebi?.. Herkesin bildiği bir gerçektir: Nerede hırgür, geçimsizlik ve kavga var, orada nefis var, güçlünün zayıfı ezme arzusu vardır… Şayet güçlüler, güçsüzlere merhametle, adaletle muamele etseler, yeryüzünde huzursuzluk mu kalır?.. Tarihte az da olsa huzurlu dönemler olmuştur. Mesela Osmanlılar zamanında, Osmanlı hakimiyetindeki bütün bölgelerde, müslim, gayr-i müslim herkes huzur içindeydi. Halkın malından, canından bir endişesi yoktu.
İşte, Osmanlının küçük bir beylik iken dört kıtaya hükmeden bir imparatorluk hâline gelmesinin sebebi de buydu. Osmanlılar, yerli halka, biz güçlüyüz, istediğimizi yaparız gibi tahakkümde bulunup onları ezmediler. Çoğu zaman, o milletten aldıkları vergilerden daha fazlasını onlara geri verdiler. Osmanlıları hedeflerine ulaştıran metotlardan birisi de zaten budur. Bu metot, onların gönüllerinin İslâma ve dolayısıyla Osmanlılara ısınmasına sebep oluyordu… Meselâ, meşhur tarihçi Gibbons bu hususta şunları yazmaktadır:

“ÖTEKİLER YAKIP YIKTI”
“Osman Gâzi, dîninde o kadar saf ve temiz idi ki, sanki, büyük adaşı halîfe Hazreti Osman’ın ve daha evvelki halîfelerin ikinci nüshası idi. Hoşgörülüydü, fakat dininden taviz vermezdi. Ne kendisinin ve ne de doğrudan doğruya kendisinden sonra gelenlerin müsamahakârlığına kimse bir şey diyemez… Eğer bunlar, Hıristiyanlara ezâ etmeye, sıkıntı vermeye, Rum ve Ermeni kiliselerini yıktırmaya kalkmış olsaydı, Osmanoğullarının bu kadar gelişmesi, yerli halkın Müslüman olması mümkün olmazdı. Atilla ve Cengiz Han, aynı ırktan olmalarına ve göz kamaştırıcı muzafferiyetlerine rağmen, akıncı olarak kalmışlardır. Başarıları devamlı olmamıştır. Kalıcı bir imparatorluk kuramamışlardır. Kendi milliyetlerini bile muhafaza edememişlerdir… Osman Gâzi’nin eseri, onlarınkinden daha devamlı ve neticeleri itibariyle tesîri çok daha geniş ve şümullü idi. Çünkü o, sükûnet içerisinde iş görüyor, ötekiler ise boru ve trampet sesleri arasında yakıp-yıkıyorlardı. Şu hâlde O’na bunların üstünde bir mevki vermemiz icâb eder. Filhakika bunlardan acaba hangisi bir millete adını verebilmiştir?!. 600 küsur sene hüküm sürebilmiştir!..”
Din büyükleri buyuruyor ki: “Allahü teala kullarına şu veya bu şekilde çeşitli hizmetler nasib etmiştir. Herkes elinden geldiği kadar, imkânı olduğu kadar hizmet eder. Ama en büyük hizmet iki tanedir: 1- Allahü tealanın dinine hizmet. 2- Onun kullarına iyilik etmek. Bunları ayıramazsınız. Bir A’rabi (bedevi), Cenâb-ı Peygambere sordu:
-Ya Muhammed (aleyhissalatü vesselam), sen hep dinden bahsediyorsun, nedir bu dinin aslı?
Resulullah efendimiz buyurdular ki:
-Et ta’zimi li emrillah veşşefekatü li halkillah…
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “Bu iki cümleyi birbirinden ayıramazsınız. O zaman noksan kalır. Bu bir bütündür. Yani Allahü tealanın emirlerine ve yasaklarına riayet etmek, saygılı olmak. İkincisi, mutlaka insanlara şefkatli ve merhametli olmak…”
Gerçekte Osmanlılar, devlet eliyle ve gönüllü tasavvuf ehli dervişler vâsıtasıyla İslâmı tanıtmaya çalışırken, muhataplarına son derecede müsamahakâr ve merhametli davranmışlardır, zorlamalara iltifat etmemişlerdir…

>>> “Zâlim olma!”
Osman Gâzi, oğlu Orhan Gazi’ye bir vasiyette bulundu ve bütün Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye cân-ı gönülden sarıldı, devletin 600 sene hiç değişmeyen anayasası oldu. İşte dost-düşman herkesi Osmanlı’ya hayran bıraktıran sır, bu vasiyetnamededir:
“Ey oğul! Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini ulemâdan sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, din işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, dinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik davâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum…”