İçinden “nükleer” geçen barış (1)

İran’da cumhurbaşkanı seçimleriyle başlayan dönem tüm ezberleri bozacak gibi görünüyor. Seçim, yakın çevrenin Arap Baharı’yla sarsıldığı bir döneme denk geldi. Ancak Tahran, “bahar” gerilimi bekleyen herkesi ters köşeye yatırdı. Seçime giden yolu akıllıca kurgulayan rejim, reform yanlısı seçmeni de sisteme entegre edebilecek bir aday çıkarttı ve Arap dalgasından sıyrılmayı başardı.  İran, Arap Baharına kendi tarzında balans ayarı yaptı. Bunu hayata geçirirken, kendi içinde kendi siyasi Rönesans’ını yaşadı. Yani, cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran Rönesans’ının ürünü. Gündemi hareketlendiren “nükleer” mutabakata rağmen, Ruhani’nin Tahran’ın kırmızı çizgilerini ne kadar esnetebileceği ya da bundan sonra Batı’ya ne ikram edeceği merak konusu.  Batı ile İran arasındaki uzlaşma, tabanı nasır tutmuş muhafazar kesimin iyiden iyiye ayağına basmış durumda. Batı’da bayram havası estiren uzlaşı nihai anlaşmaya varabileceği gibi,  2005’te Kuzey Kore ile varılan mutabakatla aynı akibeti de paylaşabilir.  Uluslararası camia, Ruhani’ye içerde yapılabilecek hamlelerin önünü kesecek nitelikle açıklamalar yapsa da;  nihai anlaşmaya giden yoldaki pürüzlerin ortadan kalktığı söylenemez. Şimdilik, İran’ın enerji üretimi amacıyla uranyum zenginleştirme çalışmalarının hakkı olduğunu kabul ettirmiş görünüyor. Ancak, petrol ihracatı ve bankacılık alnındaki kısıtlamalar sürecek.
ABD liderliğinde Batı’nın İran ile çıktığı nükleer balayı ne kadar sürer,  nereye kadar uzanabilir, bunu tespit etmek şimdilik zor. Bu durum, karşılıklı siyasi adımlara göre evrilecektir. Ancak, nükleer mutabakatın İran’ın “etki alanı” hesaplarıyla bağlantısı çok açık. İran, 30 yılı aşkın bir zaman diliminde gerek Ortadoğu gerekse küresel düzeyde varlık mücadelesi veriyor. Şah döneminde ABD ile flört eden İran, devrim sonrası anti-emperyalist siyasetle Batı’nın en amansız güçlerinden biri oldu. Arap Baharı ve Amerika’nın ekonomik çevreleme politikası İran siyasetine vites değiştirtti.
Bahar döneminin ilk zamanlarında sessizliğe bürünen Tahran, sonrasında Arap Baharı’nı devrimine kazanımlar getirecek şekilde algılatmaya çalışsa da, dünya devlerinin şekillendirdiği bölgesel kavgada giderek köşeye sıkıştığını hep hissetti. Neticede, kapıya dayanan devrim dalgası, ağırlığı artan yaptırımlar İran’ı ilk kez Batıya kulak vermeye mecbur bıraktı. Hal böyler olunca,  insanın “nükleer zorunluluk” mu?, “nükleer barış” mı diye sorası geliyor.
İran’ın Ortadoğu’ya dair gelecek hesapları, “kısmen” olsa da devrim sürecinden geçen ülkelerdeki İslami iktidarların demokrasiye ve uluslararası siyasete kenetlenme becerisine bağlı. Müslüman Kardeşler geleneğinden gelen iktidarlar, demokrasiye entegre olup, anlaşılabilir bir ekonomik yapı oturtabilirse, İran’ın bölgedeki etki alanı zamanla daralabilir. 
Ancak, sisteme tutunma savaşı veren İslami aktörler, siyasetin omurgalarına yapışmayı başaramaz ise Tahran’ın ihraç ettiği siyaset daha geniş alanda paslaşma fırsatı bulur.  Bu duruma, nükleer mutabakattan çıkacak nihai anlaşma da eklenirse İran’ın bölgedeki gücü katlanarak mesafe alacaktır. İşte, bölgenin siyasi yapısındaki kırılmalar ve ambargonun yol açtığı sıkıntılı ortam göz önüne alınırsa, Tahran’ın kafasında içinden “nükleer” geçen hesaplar yattığı ortadadır. (devam edecek)