İman nurunu hiç söndürmemelidir

İman nurunu hiç söndürmemelidir



İman nurunu söndürmeyen sebeplerden biri de, kalbi, “sıfât-ı zemîme” yani “kötü sıfatlar” denilen; haset, ucub, kibir ve riya gibi kötü huylardan temizlemektir. 

 

Kalbimizdeki iman nurunun sönmemesini temin eden sebeplerin başında hiç şüphesiz ilim gelir. İlim sebebiyle kalp o kadar genişler ve açılır ki, onun her köşesi göklerden ve yerden daha geniş olur. Hepsini içine alır. Bir kimsenin ilmi ne kadar çoğalırsa, sinesindeki genişleme de o kadar artar. Bu ilim ise, Peygamberimizden “aleyhisselâm” miras kalan ilimdir. Peygamberlere ilimden başka şeyle vâris olunmaz… O zamandan bu yana çok vakit geçti. Felsefe karanlıkları zuhur etti. İslâm semasını kararttılar. Bir kısım insanları yoldan çıkardılar. Bunlara ilim değil, cehalet demek daha uygun olur.

İman nurunu arttıran şeylerden biri de, Allahü teâlânın kullarına mal, para, makam ve benzeri şeylerde ihsanda bulunmak lazımdır. Mal ve para ile olan ihsan ve iyiliğin ne olduğunu herkes bilir. Kimin eli daha açık ise, kalbi de o kadar geniştir. Kimin eli kısa ve kapalı ise, sinesi de o nispette dardır. El açıklığı, cömertlik ve ihsan, Allahü teâlâ ve kulları katında büyük mertebedir. Dünya ve âhirette izzettir, iyiliktir ve sevaptır. Makamla olan ihsan; kimsesiz bir kişiyi, yanına veya emrine veya birisinin yanında bir işe koymakla yapılan ihsandır.

Kalpteki iman nuru, Allah yolunda kahramanlık, insaf sahipleri yanında doğruyu söylemekle de artar. Bu da gönül ferahlığına yol açar. Böyle yiğitlik, güzelliklerin başı ve bütün iyiliklerin kaynağıdır. Din yolundaki şiddet ve zorluklar, ancak bununla aşılır. “Canını düşünmeden saldırdığı zaman, yiğidin kalbine açılan ve görünen şeyi, başkaları kırk sene halvette/hep ibadette kalmakla göremez” demişlerdir. Ama bu cesaret ve yiğitlik, Allah için ve Allahın dininde olursa her şeyden daha yüksektir. Âl-i İmrân sûresinin 169 ve 170. âyetlerinde, (Onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allahın verdiği ihsandan dolayı, ferah ve sevinç içindedirler) diye meâlen bildirilen büyük nimetler bunlardır…

İman nurunu söndürmeyen sebeplerden biri de, kalbi, sıfât-ı zemîme, yani kötü sıfatlar denilen; haset, ucub, kibir, riya, buğz, kin ve Allah için olmayan mal ve makam, yani dünya sevgisi gibi kötü huylardan temizlemektir. Çünkü bunlar, şehvet ve nefis toprağından yükselen, zulmânî buhar ve dumanlardır. Kalbi bulandırır ve karartırlar ve gönlün şerhine/yarılmasına sebep olan iman nurundan, tevhîdden, ilimden, muhabbetten ve zikirden insanı alıkoyarlar. Mahrum bırakırlar. Kalp sahasını karartır ve daraltırlar. Bu güzel sıfatlar, en kâmil, en yüksek, en mükemmel şekilde Resûl-i ekremde  “aleyhisselâm” mevcut idiler. Ondan sonra, uyma miktarınca, ona tâbi olanlarda bulunur. Resûlullaha uymada, kim daha ileri gitmişse, gönlü daha çok genişlemiş ve kalbi o nisbette nurlanmış olur…

Comments are closed.