Îmâna dâir birkaç kelime

Îmân
etmek için Kelime-i şehâdeti söylemek ve bunların manâsını Ehl-i Sünnet
âlimlerinin bildirdiği şekilde öğrenip inanmak lâzımdır…

Dünkü
makâlemizde, en mühim şeyin îmân olduğu, îmânın tarifi, o konuda bir
âyet-i kerîme meâli zikretmiştik. Bugün kaldığımız yerden devâm edelim:
Bir âyet-i kerîmede buyurulmuştur ki (meâlen): “Hakîkat şudur ki, îmân edenler ve Rablerine güvenip dayananlar üzerinde onun (şeytânın) hiçbir hâkimiyeti yoktur.” (Nahl sûresi, 99)
İmâm-ı
Gazâlî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Îmân etmek, bütün insanlara
lâzımdır. Îmân etmek için Kelime-i şehâdeti söylemek ve bunların
manâsını Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde öğrenip inanmak
lâzımdır. Îmân edenlerin farzları yapıp, harâmlardan kaçınmaları
lâzımdır.
Vahiy meleği Cebrâil aleyhisselâm, bir gün, insan sûretinde, Peygamber Efendimize gelerek, “Îmânın ne olduğunu bana bildir” dedi. Peygamber Efendimiz de; “Allahü teâlâya, meleklerine, indirdiği kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe (öldükten sonraki hayâta) inanmak ve kadere, hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır” buyurarak, îmânın altı şeye inanmak olduğunu bildirdi. (Hadîs-i Cibrîl-Buhârî ve Müslim)
“Sizin îmân yönünden en üstün olanınız, ahlâk yönünden güzel olup insanlara iyilik yapanlarınızdır.” (Hadîs-i şerîf-el-Edebül-Müfred)
“Îmânın temeli ve en kuvvetli alâmeti, Müslümânları sevmek ve Müslümânlara düşmânlık edenleri sevmemektir.” (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma’sûmiyye)
İmâm-ı Gazâlî (rahimehullah) buyurmuştur ki:
Îmân
etmek, bütün insanlara lâzımdır. Îmân edenlerin farzları yapıp
harâmlardan kaçınmaları lâzımdır. Îmân etmek için Kelime-i şehâdeti
söylemek ve bunların manâsını Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiği
şekilde öğrenip inanmak lâzımdır.
İmâm-ı Rabbânî de (rahimehullah) şöyle buyurmaktadır:
Îmânın
alâmeti; küfürden (îmânı gideren şeylerden) uzak olmaktır. Sadece
Kelime-i şehâdeti söylemek, îmân etmiş olmak için yetmez. Îmânlı veya
îmânsız ölmek son nefese bağlıdır.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahimehullah) ise buyurmuştur ki:
Îmân
muma benzer; Ahkâm-ı İslâmiyye yâni emirleri yapıp yasaklardan kaçmak
fener gibidir. Mum ile birlikte fener de İslâmiyet’tir. Fenersiz mum
çabuk söner. Îmânsız İslâm olmaz. İslâm olmayınca, îmân da yoktur.
Îmânla
ilgili birçok terim vardır: Bunlardan “Îmân-ı Hakîkî”: “Kalbe yerleşen,
şüphe ve tereddüd karşısında hiç sarsılmayan îmân”
demektir.
Îmân-ı
hakîkînin alâmeti, gevşeklik ve tembellik olmadan İslâmiyet’in
emirlerini kolayca yapma ve yasaklarından kaçınma hâlinin hâsıl
olmasıdır. Şimdi konuyla alâkalı iki nakil yapalım:
Îmân-ı
hakîkîye sâhib olan kimse, bütün âlem yani dünyâdaki insanlar bir araya
gelseler ve Allahü teâlâyı inkâr etseler, o, inkâr etmez ve kalbine aslâ
şek ve şüphe gelmez. Onun îmânı, enbiyâ (peygamberler) îmânı gibidir.
Böyle îmân, îmân-ı taklîdî ve îmân-ı istidlâlîden üstün ve kıymetlidir. (Kutbüddîn-i İznîkî)
Tasavvuf
yolunda ilerlemekten, nefsi ve kalbi kötülüklerden ve kötü
düşüncelerden temizlemekten maksat; manevî âfetleri (tehlikeleri)
gidermek, kalbi manevî hastalıklardan kurtarmaktır. Bakara sûresindeki, “Kalblerinde hastalık vardır” meâlindeki
dokuzuncu âyet-i kerîmede bildirilen hastalık tedâvî edilmedikçe îmân-ı
hakîkî ele geçmez. Bu âfetler var iken elde edilen îmân, îmânın
sûretidir. (İmâm-ı Rabbânî) [İnşâllah, öbür hafta da bu konuya devâm edelim.]