İmanın birinci şartı, Allah’a imandır

İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Yani;
“Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba’sü ba’del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü. [Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum] demektir.
***
İmanın birinci şartı, Allah’a imandır. Amentü’deki, “billahi” ifadesi, Allahü teâlânın varlığına, birliğine inanmayı, iman etmeyi bildirmektedir.
Allahü teâlâ birdir, Ondan başka ilah yoktur. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
“Allah” demekle, dua etmekle, Allah tanınmış olmaz. Mesela, Ehl-i kitap da Allah diyor veya bid’at fırkaları da Allah diyor. Selefiler, “Allah gökte” diyor. Bazı kimseler de -hâşâ- tabiatı yaratıcı bilip, sıkışınca Allah diyorlar. Tanımak, önce Amentü’deki altı esasa dinimizin bildirdiği şekilde inanmakla olur. İkincisi, sevmek ve itaat etmek şarttır…
Allahü teâlânın zâtî ve sübutî sıfatları bilinirse mesele kalmaz. Her bakımdan Allah’ı tanımak mümkün olmaz. Mesela “ezelîdir” deniyor. Ezelî olmayı anlayamayız. İhlâs suresinde, “Doğmadı” buyuruluyor. Bunu da anlamak mümkün olmaz. Sadece inanacağız. Zatı hakkında bir şey düşünmek zararlı olur. Çünkü (O hiçbir şeye benzemez) buyuruluyor. O zaman bir şeye kıyas yapmak yanlış olur. Bunun için âlimlerimiz, (Allahü teâlâyı tanımak, anlaşılamayacağını anlamaktır. Yani akılla anlaşılmaz) buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabında (2/67) buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arş’ı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor.”

Comments are closed.