İmtihan dünyasındayız…

İnsanların çok değişik halleri vardır. İnsan kadar değerli, insan kadar değersiz hiçbir varlık yoktur. Meleklerden üstün olabildiği gibi, hayvanlardan daha aşağı olabilir.
İnsan kadar güçlü, insan kadar zayıf, insan kadar güzel, insan kadar çirkin, insan kadar merhametli, insan kadar zalim ve gaddar çok az varlık vardır. Bulutların üzerinden uçabilir, binlerce metre yerin derinliklerine inebilir.
Bu güçlü insan, serçe parmağı kadar küçük bir akrebe yenilebilir. Gözleri ile göremeyeceği kadar küçücük mikroplar onu günlerce yatağın esiri haline getirebilir.
Sıkıntılı zamanında çok dua eder, sebeplere yapışır, çareler araştırır. Sıkıntıları bitince her şeyi unutur.
Bu husus Ayet-i kerime ile de bildirilmektedir. Yunus suresi 12. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: 
“İnsanlara bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her halinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.”

BU HAYATA VEDA EDECEĞİZ!
Böylece bütün insanlar, bir imtihan salonu olan şu dünyada imtihandadırlar. İmtihan tamamlanınca bir daha geri dönmemek üzere hayata veda edeceğiz.
İmtihan şekilleri ayrı ayrıdır: Kimi zenginlik ile, kimi fakirlikle, sıhhatli olanlar sıhhatleri ile, hasta olanlar da hastalıkları ile imtihan olunurlar. Kazananlar olabildiği gibi kaybedenler de çoktur.
Peygamber efendimiz aleyhisselâm ibret alalım diye Eshabına, dolayısı ile biz ümmetine geçmiş zamanlarda meydana gelen bazı hadiseleri buyurmaktadır. Hadis-i şerif olduğu için bu artık bir hikâye değil bir vâkıadır. 
Vakıa şöyle: 
Rabbimiz benî İsrâil zamanında yaşamış üç kulunu özel bir imtihana tâbi tutmuş.
Birincisi sedef hastası, yüzünün ve cildinin renkleri değişik biçimde. O da bundan çok sıkılıyor, insanların içine çıkmak istemiyor. Rabbimiz o adama insan suretinde bir melek gönderir. Ona sorar “en çok sevdiğin şey nedir?” diye. O da “istediğim güzel bir yüz, güzel bir cilttir. İnsanlar benden nefret etmesinler diye…” cevap vermiş.
Melek yüzüne elini sürdü, o çirkin manzara bitti, istediğine kavuştu. Tabii ki çok sevindi. Melek tekrar sordu “hayvanlardan en çok sevdiğin hangisidir?” O da “deveyi çok seviyorum” demiş. Ona hamile bir deve vermiş ve “mübarek olsun” diye de dua etmiş…
Melek bu defa kel bir adama gelmiş en çok sevdiği şeyi sormuş, o da “kellikten kurtulmayı arzu ediyorum” diye cevap vermiş. Onun da başına elini sürmüş, bir anda çok güzel saçlar meydana çıkmış. Ona da “hayvanlardan hangisini seversin?” diye sormuş. O da “bir ineğim olsun isterim” diye cevap vermiş. Ona da yine hamile bir inek vermiş, mübarek olması için ona da dua etmiş…
Aynı melek bu defa kör bir adama gelmiş, en çok sevdiği şeyin gözlerinin açılması olduğunu öğrenmiş ve en çok sevdiği hayvanın da koyun olduğunu söyleyince ona da bir koyun vermiş ve dua etmiş…

KAZANANLAR VE KAYBEDENLER!..
Aradan seneler geçmiş, her üç hayvandan sürüler meydana gelmiş.
Melek ilk geldiği kıyafetiyle sedef hastasına gelmiş, fakir olduğunu anlatmış, sadaka istemiş. O da cevap olarak “fakirler çok, hangi birine yardım edeyim?” deyince, melek ona eski halini hatırlatmış. O da “hayır ben bu serveti babamdan elde ettim” demiş. Melek, “eğer yalan söylüyorsan eski haline dön!” diye beddua etmiş, eski hâline gelmiş…
Aynı hadise kel adam için de meydana gelince o da eski hâline dönmüş.
İmtihanı yalnız âmâ olan kazanmış. “Doğrudur ben âmâ idim, fakir idim. Bu nimetler Rabbimizin ihsanıdır. İstediğin kadarını al!” deyince melek: “Servetin mübarek olsun, imtihan oldunuz. Sen kazandın ama iki arkadaşın kaybetti!”
Ne bahtiyardır imtihanı kazanan. Ne bedbahttır imtihanı kaybedenler…