İnsanın ölüm ânındaki hâli

İmâm-ı Gazâlî hazretleri, insanın ölüm ânındaki hâlini, rûhun bedenden ayrılışını şöyle anlatmaktadır:
“Allahü teâlâ, insanı hayâtı boyunca, dünyâda durdurur. Belli olan eceli gelinceye, rızkı tükeninceye ve ezelde takdîr edilmiş olan amelleri bitinceye kadar, dünyâda durur. Dünyâdaki ölümü yaklaştığı vakit, dört melek gelir. Bunların biri, rûhunu sağ, diğeri sol ayağından ve biri sağ diğeri sol elinden çekerler. Çok defa, rûhu gargara hâline gelmezden evvel melekler âlemini görmeye başlar. Melekleri, yaptıkları işlerin hakîkatini, âlemlerinde durdukları hâl üzere görür. Çok defa da, gördüğü şeyleri, şeytânın bir işi zanneder. Lisânı tutuluncaya kadar hareketsiz kalır.
Bu hâlde, yine melekler rûhunu parmak uçlarından çekerler. Soluğu ise, sanki saka kırbasından su boşalır gibi, gırıl gırıl öter. Fâcirin rûhu da yaş keçeye takılmış olan diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu Peygamber efendimiz haber vermiştir. Bu hâlde ölü karnını diken ile dolu zanneder. Rûhunu da, sanki bir iğne deliğinden çıkıyor, gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor zanneder. Hazret-i Kâ’bdan, ölüm nasıl oluyor diye suâl olununca, cevabında;
‘Bir diken dalını bir kişinin içerisine koymuşlar. Ve kuvvetli bir kimse onu çekiyor. Kestiğini kesiyor, kalan kalıyor gibi buldum’ buyurmuştur. Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
(Elbette ölüm acılarından birinin şiddeti, üçyüz kere kılınç vurmaktan daha şiddetlidir.)

BEDENİ TERLER, DİLİ TUTULUR!
İşte bu zamânda insanın bedeni terler. Gözleri süratle iki tarafa gider. Burnunun iki tarafı çekilir. Göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır, benzi sararır.
Rûhu kalbe gelince dili tutulur. Hiç kimse rûhu göğsüne gelmişken konuşamaz. Bunun iki sebebi vardır:
Biri, iş gâyet büyük olduğundan, göğüs nefeslerle sıkışıp, daralmıştır.
İkinci sebebi de, ses akciğerlerinden dışarı çıkan havanın hareketinden hâsıl oluyordu. Bu soluk ise kalmadı. Nefes alıp veremediği için, bedenin harâreti kalmaz, soğur.
Rûh çekilip, son bağı kopacağı zamân, kendisine birçok fitneler ârız olur. Bu fitne, iblisin, yardımcılarını o kimseye musallat etmesidir. Ölmekte olan kimseye gelirler ve onun anası, babası, kardeşi, sevdiği kimselerden vefât etmiş olanlar sûretinde görünürler ve ona derler ki:
‘Ey filân! Sen ölüyorsun. Biz, bu hâlde seni geçtik. Sen Yahûdi dîninde olarak, yahut sen Hıristiyan olarak öl!’ derler. Böylece, her milletin dinlerini ona söylerler. O zamânda, cenâb-ı Hakkın şaşırmasını dilediği kimse şaşırır. İşte bu;
(Ey bizim Rabbimiz! Dünyâda iken bize îmân verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi şaşırtma) meâlindeki Âl-i İmrân sûresinin 8. âyet-i kerîmesinin haber verdiği hâldir.
Cenâb-ı Hak bir kuluna hidâyet ve îmânda sebâtını dilerse, o kimseye rahmet-i ilâhiyye gelir. Rahmet-i ilâhiyye, şeytânı uzaklaştırıp, hastanın yüzünden o yorgunluğu giderir. O zamân insan ferahlar, güler.
Bâzı kimseler, ayakta namâz kılarken, bâzısı uykuda, bâzısı, bir şeyle meşgûl iken, bâzısı da, oyunlara dalmış iken, ansızın vefât eder.
Ölünün his duygularından en son kaybedeceği şey işitmesidir. Zîrâ rûh kalbden ayrıldığı vakit yalnız görmesi bozulur. Fakat işitmek, rûh kabzoluncaya kadar kaybolmaz. Bunun için Peygamber efendimiz;
(Ölüm hastalığında olanlara şehâdeteyn-i kelimeteyn ki, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullahtır. Bu kelimeyi telkin ediniz!) buyurmuştur.
Eğer ölünün ağzından tükrüğü akmış, dudağı sarkmış, yüzü kararmış, gözü dönmüş ise, bilmiş ol ki, o şakîdir. Âhiretteki şekâvetini görmüştür.
Eğer görür isen ki, ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsiyor, gözü dahî kırpık gibidir. Bilmiş ol ki, o kimse âhirette kavuşacağı sürûr ile müjdelenmiştir.”

BİR GÜN ELBET ÖLECEKSİN!..
Netice olarak insan, her canlı gibi, doğar, büyür ve ölür. Ölmek yok olmak değildir, bir evden diğerine geçmek gibidir. İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Keyfine göre yaşa! Fakat bu yaşaman uzun sürmeyecek, bir gün elbette öleceksin. Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın lezzetlerden elbette ayrılacaksın. Dünyânın nesini seversen sev, hepsine vedâ edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının hesâbını vereceksin!”