İnsanın yaratılmasından maksat

İnsanın yaratılmasından maksat, yağlı, lezîz yiyecekler yemek, güzel, nefis elbiseler giymek, mal, mülk toplamak, oyun ve eğlence için değildir. İnsanın yaratılmasından maksat, Allahü teâlâya karşı gönlü kırık, boynu bükük olmak, yalvarmak, kulluk vazîfelerini yerine getirmek, ibâdet etmek içindir. Zâriyât sûresinin 56. âyetinde meâlen;
(İnsanları ve cinni, bana ibâdet etmeleri için yarattım) buyuruldu.

DÜNYAYI TERK ETMEK!..
İbâdet yapmaktan maksat ise, nefsi terbiye etmek, kalbe ferahlık getirmek ve kalbi Allahü teâlâya bağlamak içindir.
Îmân ile küfür birbirlerine zıt olduğu gibi, âhiret de, dünyânın zıddıdır. Dünyâ ve âhiret bir araya getirilemez. Âhireti kazanmak için, dünyâyı yani harâmları terk etmek lâzımdır. Dünyâyı terk etmek, iki türlü olmaktadır:
Birisi, bütün harâm olan şeyler ile berâber, mubâhları da yani günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmaktır. Eshâb-ı kirâmın hepsi ve din büyüklerinin çoğu, böyle idi. Dünyâyı böyle terk etmekten maksat, İslâmiyyetin emrettiği şeyleri yapmak için, bütün râhatı ve zevkleri fedâ etmektir.
İkincisi, dünyâda harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mubâhları kullanmaktır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Dünyâda felâketlerden, âhirette azâbdan kurtulmak için, iki şey lâzımdır: Emirlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden, en büyüğü, dahâ lüzûmlusu, ikincisidir ki, vera ve takvâ denir. Resûlullah efendimizin yanında, birisinin çok ibâdet ettiğini, çok uğraştığını söylediler. Birisinin de, yasak edilen şeylerden çok sakındığını söylediklerinde;
(Hiçbir şey, vera gibi olamaz!) buyurdu. Yani yasaklardan sakınmak, daha kıymetlidir buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte de;
(Dîninizin direği veradır) buyurdu.
İnsanların meleklerden daha üstün olabilmesi, vera sâyesindedir ve yükselmeleri bu sâyededir. Melekler de, emirlere itâat etmektedir. Hâlbuki melekler, terakkî edemiyor. O hâlde, vera’a sarılmak ve takvâ üzere olmak, her şeyden daha lüzûmludur. İslâmiyyette en kıymetli şey takvâdır. Dînin temeli takvâdır. Vera ve takvâ, harâmlardan kaçınmak demektir. Harâmlardan tamâmen kaçınabilmek için, mubâhların fazlasından kaçınmalıdır. Mubâhları, lâzım olduğu kadar, kullanmalıdır. Bir insan, mubâh yani İslâmiyyetin izin verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubâh işlerse, şüpheli şeyleri yapmaya başlar. Şüpheliler ise, harâm olanlara yakındır. İnsanın nefsi, hayvân gibi, kendine düşkündür. Uçurum yanında dolaşan, bir gün uçuruma düşebilir. Vera ve takvâyı tâm yapabilmek için, mubâhları lâzım olduğu kadar kullanmalı, zarûret miktârını aşmamalıdır. Bu kadarını kullanırken de kulluk vazîfelerini yapabilmek için kullanmaya niyyet etmelidir. Böyle niyyet etmeden, az kullanmak da günâh olur. Azı da çoğu gibi zararlı olur.

PİŞMAN OLUP TÖVBE ETMELİ
Mubâhların fazlasından tamâmen kaçınabilmek, her vakit ve hele bu zamânda, hemen hemen mümkün değildir. Hiç olmazsa, harâmlardan kaçınmalı, mubâhların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmaya çalışmalıdır. Mubâhlar, lüzûmundan fazla işlendikte, pişmân olup tövbe etmelidir. Bu işleri, harâm işlemeye başlangıç bilmelidir. Allahü teâlâya sığınmalı ve yalvarmalıdır. Bu pişmânlık, tövbe ve yalvarmak, belki mubâhların fazlasından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin âfetinden, zararından korur. Büyüklerden biri; ‘Günâh işleyenlerin, boynunu bükmesi, bana, ibâdet edenlerin göğsünü kabartmasından dahâ iyi geliyor’ buyurmuştur.”
Netice olarak, insanların ve cinnîlerin yaratılması, Allahü teâlâyı tanımaları, Ona kulluk etmeleri daha doğrusu, cenâb-ı Hakkı tanımakla şereflenmeleri içindir ki, bu hâl, insan ve cin için şeref ve saâdettir. Yoksa, Allahü teâlânın bir şey kazanması için değildir. Yaratılmakla, insan ve cin kıymetlenmiş, şereflenmiştir. Allahü teâlâ için herhangi bir şey artmamıştır. İnsanın ve cinnin yaratılmaları, Allahü teâlâyı tanımaları ve Onu tanımakla da kemâl bulmaları içindir.