İnsanların, rehberlere ihtiyaçları vardır

Makâlemizin hemen başında belirtelim ki, dînde inanılacak altı şeyden [Âmentü esâslarından] dördüncüsü, Allahü teâlânın “Peygamber”lerine inanmaktır. Peygamberlere îmân etmek, aralarında peygamberlik bakımından hiçbir fark görmeyerek, hepsinin sâdık, doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Peygamberler, insanları, Cenâb-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.

PEYGAMBER NE DEMEKTİR?
İslâmiyette, bir terim olarak “Peygamber” demek, “yaratılışı, huyu, ilmi, aklı, zamânında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir zât” demektir. “Peygamber”in hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Çünkü Peygamberlerde “ismet” sıfatı vardır. Yâni Peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra, küçük ve büyük hiçbir günâh işlemezler. İstisnâsız bütün Peygamberler böyledir. Peygamberlerin her söylediği doğrudur.
Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez [ya’nî ilmî terimiyle “kesbî” değildir]. Yalnız Allahü teâlânın ihsânı, seçmesiyle olur [ya’nî “vehbî”dir].
Peygamberlerin her söyledikleri doğrudur. Onlardan birine bile inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış, hepsini inkâr etmiş olur. Meselâ son Peygamber Muhammed aleyhisselâma inanmayan bir kimse, bütün peygamberleri inkâr eden kimse ile aynı durumdadır. Bütün peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmelerini istemişlerdir. Fakat ibâdet ve amelleri, ya’nî kalple, bedenle yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri farklıdır…
Dünyâ târihinin çok önemli dönüm noktalarından, kilometre taşlarından biri, “İki Cihân Güneşi Hazret-i Muhammed (Aleyhisselâm)”ın dünyâyı teşrîfleridir. Yüce Allah, Muhammed aleyhisselâmı, son peygamber olarak bütün insanlara ve cinnîlere göndermiştir.
Bu münâsebetle, burada, son devir ulemâsının büyüklerinden ve Sevgili Peygamberimizin torunlarından olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî‘nin (rahmetullahi aleyh), Peygamberimizin üstünlüğünü anlatan bir sözünü nakledelim:
“Her Peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselâm ise, her zamânda, her memlekette, ya’nî dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Bu, güç bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O’nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O’nu medhedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın da, O’nu tenkîd edecek iktidârı yoktur.”

ÖRNEK İNSAN
Şüphesiz ki, eğitimciler için nümûne-i imtisâl ya’nî örnek insan, ideal eğitimci, bundan 14 asır evvel, tek başına teblîgâta başlayarak 23 sene gibi çok kısa bir zaman zarfında, târihin bir benzerini görmediği ve kıyâmete kadar da göremeyeceği 150.000 kâmil insânın meydâna gelmesine vesîle olan, asr-ı saâdetin mi’mârı sevgili Peygamberimizdir…
Eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmektir. İşte bu güzel ülkenin bütün vatandaşlarının ana hedefi bu olmalıdır. Bu da, iyi bir eğitim ile mümkün olabilir.
Tabîî ki eğitimin “örgün” olanı bulunduğu gibi, “yaygın” olanı da vardır. Haddizâtında, târih boyunca insanlar, Allah’ın ve Peygamberlerinin emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat bir hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.
Bugün de, bozuk inanışlara, kötü işlere, dînî yönden harâmlara, kânûnî yönden suçlara sapmamak aslında bir yiğitliktir.