İslamdaki kardeşlik hukuku

Sevgili Peygamberimizin, Medîne-i münevvere’ye hicret edince, ilk yaptığı işlerden biri, Mekke’den hicret eden Muhâcirler ile Medîne’de bulunan Müslümânlar yani Ensâr arasında kardeşlik anlaşması yapmış olmasıdır.
Bu kardeşlik anlaşmasının gâyesi, Muhâcirleri desteklemek, onların yurtlarından ve yuvalarından uzak düşmelerinin vermiş olduğu gariplik ve ızdırâbı gidermek, mâlî sıkıntılarını bir ölçüde de olsa hafîfletmekti.
Hattâ başlangıçta Muhâcirîn ile Ensâr birbirlerine vâris bile oluyorlardı. Bu durum Bedir muhârebesine kadar devâm etmişti. Bedir muhârebesinden sonra nâzil olan: “Hısımlar Allah’ın kitâbınca birbirlerine daha yakındır” (Enfâl, 75) âyetiyle dîn kardeşleri arasında vâris olma durumu kaldırılmıştır. (İbn Sa’d, Tabakât, I, 238)

ENSÂR VE MUHÂCİRÎN
Resûlullah Efendimizin Medîne’de Ensâr ve Muhâcirîn arasında tesîs etmiş olduğu bu kardeşlik, maddî ve manevî yardımlaşma esâsına dayanıyordu.
Ensâr, Muhâcir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler, mallarına ortak yaptılar. Resûlullah Efendimize başvurarak:
“Ya Resûlallah! Hurmalıklarımızı Muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır” dediler. Resûlullah (aleyhis-salâtü ves-selâm):
“Hayır, öyle olmaz” buyurmuş ve hurmalıkların mülkiyetinin kendilerine âit olmasını, Muhâcirlerin de hurmaların bakımını yaparak çıkacak mahsûlü paylaşmalarını söylemişti.
Bilindiği üzere Mekkeli Muhâcirler yurtlarından, yuvalarından kopmuşlar, evlerinden-barklarından ayrılmışlar, kavim ve kabîlelerinden ayrı düşmüşler, dînleri uğrunda mallarını, mülklerini Mekke’de bırakarak Medîne’ye hicret etmişler, böylece Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle “Muhâcirîn=Hicret edenler” unvânını almışlardı.
Medîneli Müslümânlar, onları bağırlarına basmışlar, onlara kalplerini, kapılarını açmışlar, en yakınlarına, hattâ kendilerine bile tercîh ederek her türlü yardım ve fedakârlıkta bulunmuşlar, bu yüzden Kur’ân-ı Kerîmde, belirtildiği üzere “Ensâr=yardımcılar” vasfıyla, sıfatıyla anılmışlardır. Muhâcirûn-Ensâr arasındaki münâsebet, kardeşliğin ne anlama geldiğini ve nasıl olması gerektiğini bizlere gösteren son derece mükemmel bir misâldir, ideal bir örnektir.
Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
“Daha önceden [Onlardan evvel, kendilerinden önce] o yurdu [Medîne’yi] yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler [kendilerine hicret edenleri severler]. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç [meyli] bulmazlar [içlerinde bir râhatsızlık hissetmezler]. Kendileri de zarûret içinde bulunsalar [farklı ihtiyâç içinde olsalar] bile, onları öz cânlarından daha üstün tutarlar [kardeşlerini, öz nefislerine tercih ederler]. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felah bulanlar[kurtuluşa erenler]dır.” (Haşr, 9)

“MÜ’MİN DUVAR GİBİDİR!..”
“Mü’min, mü’min için, birbirini pekiştiren duvar gibidir.” (Buhârî) Nasıl ki tuğlalar ve duvarlar birbirlerini destekleyince, sağlam bir binâ meydâna geliyorsa, mü’minler de birbirlerini destekleyince çok sağlam bir cemiyet meydâna gelir.
“Müslümân Müslümânın kardeşidir. Ona ne zulmeder, ne de zulme teslîm eder [Müslümân, dîn kardeşini, düsmânına teslîm etmez]. Kim Müslümân kardeşinin bir ihtiyâcını giderirse, Allah da, onun ihtiyâçlarını giderir. Kim kardeşinin bir sıkıntısını giderirse, Allah da, onun kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümânın kusûrunu örterse, Allah da, kıyâmet gününde onun kusûrunu örter.” (Buhârî ve Müslim)
İslam’da kardeşlik akîde temeline oturtulduğu içindir ki, mü’minlerin arasını bozacak her türlü sunî ayırımlar ve böbürlenmeler de harâm kabûl edilmiştir.
Irk, soy, cins vs. türünden cahilî değerler yerine takvâ kriteri getirilmiş, bu sûretle toplumsal kardeşliğin ve âhengin bozulmaması sağlanmıştır. Bu konudaki bir âyet-i kerîme ile makâlemize son verelim; bu âyet-i kerîme her türlü münâkaşayı, tartışmayı sona erdirici mâhiyettedir, niteliktedir:
“… Muhakkak ki, Allah katında en üstün olanınız, takvâca en ileride olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Comments are closed.