İslâmiyyete uyan rahat ve mesûd olur

Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, faydalı şeyleri yapmalarını emretmiştir ki bu emirlere farz denir. Zararlı olan şeyleri de yasak etmiştir ki bunlara da harâm denir. Farzların ve harâmların hepsine Ahkâm-ı islâmiyye yani İslâmiyyetin hükümleri denir.
Âdem aleyhisselâmdan itibaren gönderilen bütün dinler, Allahü teâlânın kullarına rahmeti ve ihsânıdır. Emirlere uyup yasaklardan sakınan kullarının taleplerini, duâlarını kabul etmekte, emir ve yasaklarını kabul etmeyip inkâr edenlerin duâlarını ise kabul etmemektedir.
İslâmiyyete inanan, emirleri yapıp, yasaklardan sakınanlar, Allahü teâlânın ihsânına kavuşur, dünyâda rahat, mesûd olur, âhırette de ebedi saâdete kavuşur. İnanmayıp, inkâr edenler ise, bu saâdetten mahrûm kalır.

İMÂN ETMEK ÇOK KOLAY!..
Herhangi bir kimsenin imân etmesi için, bir yere para, mal vermesi, zor bir işi yapması, birisinden izin alması gibi, hiçbir şey yapması lâzım değildir. Hattâ, îmân ettiğini herhangi bir yere, herhangi bir kimseye söylemesi, bildirmesi, belli etmesi bile lâzım değildir. Zaten imân, imânın şartları olarak bilinen altı şeyi öğrenip, bunlara kalbinden, gizlice inanmak demektir.
Bugüne kadar dünyâya milyarlarca insan gelmiş ve bir müddet yaşadıktan sonra ölüp gitmişlerdir. Bunlardan bazısı zengin, bazısı fakîr, kimi güzel, kimi çirkin, kimi zâlim, kimi de mazlum idiler. Ama o hâllerinin hepsi de geçti ve unutuldu. Bunların içinde inananlar da, inanmayanlar da vardı. İnananlar, imânlarının karşılığı olarak sonsuz saâdete kavuşacak, inanmayanlar da, inkârlarının karşılığı olarak sonsuz azâb çekeceklerdir. İnanmış olarak ölmüş olanlar, şimdi tam rahat ve huzûr içindeler. İmânsız olarak ölenler ise, sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimâli, korkusu içindeler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İnsan öldüğü zamân, kıyâmeti kopmuş demektir. Ölüm uyandırmadan ve iş işten geçmeden önce uyanalım! Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenip, şu birkaç günlük ömrümüzü, bunlara uygun geçirelim. Kendimizi âhıretin çeşitli azâblarından kurtaralım! Tahrîm sûresinin 6. âyetinde meâlen;
(Ey îmân edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır) buyuruldu.”
Bütün bunları, insanın iyi düşünmesi lâzımdır. Şimdi hayatta olduğu halde, birkaç sene sonra, bu insan da, onlardan biri olacaktır. Şimdi, geçmiş seneler nasıl bir hayâl oldu ise, o zamân, bütün ömür, bütün hayât, çalışmalar, didinmeler hep hayâl ve bir rü’yâ gibi olacaktır. İşte o zamân insan, o iki kısmın hangisinden olmak ister? Hiçbirinden olmak istemem diyemez. Çünkü buna imkân yoktur. Çâresiz, onların arasına gidecektir. Sonsuz ateşte yanmayı, ihtimâl bile olsa, bir insan isteyebilir mi?

YA CENNET YA CEHENNEM!
Allahü teâlânın varlığına, Cennete, Cehenneme inanmayı, akıl da, ilim de, fen de reddedemiyor. Böyle şey olamaz diyemiyor. İnanmayanlar, inkâr etmelerine akıl ile, fen ile bir vesîka gösteremiyorlar. Hâlbuki inanmak lâzım olduğunu gösteren vesîkalar sayılamayacak kadar çoktur. Dünyâ kütüphâneleri bu vesîkaları bildiren kitâplarla doludur. İnanmayanlar, nefislerine, zevklerine aldanarak inkâr ediyorlar. Zevklerinden başka bir şey düşünmüyorlar. Hâlbuki İslâmiyyet, zevki yasak etmemiştir. Zevklenmenin zararlı olmasını yasaklamıştır.
Netice olarak, aklı olan bir kimse, Allahü teâlânın emirlerine uyar, İslâmın güzel ahlâkı ile süslenir, herkese iyilik eder ve kendisine kötülük yapanlara bile iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder. Yıkıcı değil, yapıcı olur. Böylece de, rahata, huzûra kavuşur. Hem de, âhıretin sonsuz azâblarından kurtulur. Bütün râhatlıkların, saâdetlerin başı, îmân etmekte, Müslümân olmakta, İslâmiyyetin emirlerini yerine getirmekte, yasaklarından da sakınmaktadır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
(Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhıret için yaratıldınız! Âhırette ise, Cennetten ve Cehennem ateşinden başka yer yoktur.)

Comments are closed.