İstanbul hatırası

iyah örtülü ayaklı fotoğraf makineleri sadece vesikalar fotoğraflar çekmekle kalmaz; arkası manzaralı, desenli veya “İstanbul Hatırası” yazan hususi resimler de çekerdi. Muayyen vesilelerle giyinip süslenip fotoğraf stüdyolarına giderek “resim çıkartmak” âdet olmuştu. Yeni evliler, çocukları ile beraber aileler, birbirini çok seven arkadaşlar resim çektirirdi. İşi bilenler kameraya bakmaz, gözlerini ufka dikerek hem artistik bir fotoğraf verir, hem de bu işin ehli olduğunu anlatmak isterdi.
Ciddiyete davet
Fotoğraf çektirirken gülmek asla caiz değildir. Hatta Sultan Hamid’in fotoğrafını çeken Bogos Tarkulyan cesaret edip “Padişahım, biraz tebessüm buyurmaz mısınız?” dediğinde, “Hayır, bilakis ciddi bulunmak elzemdir” cevabını almıştı. Demek ki şimdi bazı devletlerin pasaport ve vizede gülmeyen fotoğraf istemeleri boşuna değildir. İnsan güldüğü zaman, karakterini gizliyor olsa gerek. Rahmetli dedem bir kitapta Bağdadlı İsmail Paşa’nın namazda gibi ellerini bağlayıp, başını da hafifçe öne eğdiği resmini pek beğenerek, “İşte eskiler böyle edepliydi” demişti. 
Birinci Cihan Harbi’ni müteakip sokak fotoğrafçıları ortaya çıktı. Bunlara alaminut, dakikalık, şipşak gibi isimler verilirdi. Ekseriya resmi dairelerin yakınında bulunurdu. Makinenin körüklü denen kısmı Avrupa’dan gelir; kutu kısmı İstanbul’da yapılırdı. Kutuların içindeki iki küvet, karanlık oda yerini tutar, burada resmin banyosu yapılırdı. Negatif antigraf üzerine konur, tekrar fotoğraf çekilir, kâğıda aksettirilirdi. Halk fotoğrafta yüzünün kabak gibi aydınlık olmasını isterdi. Yüzün gölgeli olması fotoğrafçının hatası sayılır, resim geri verilirdi. Sokak fotoğrafçılarının, büyük boyda siyah zemin üzerine işlenmiş hayali resimlerden dekoru vardı. Sütunlar, üzerinde saksılar, çiçekler, çardaklar, sütunlar, fıskiyeli havuzlar, kuşlar, manzaralar, köşkler, ayyıldızlar, bayraklar bulunurdu. İstanbul Hatırası yazan siyah perdelerde Galata Köprüsü, Kız Kulesi, câmiler, köşkler, saraylar yer alır; bunlar nakış ile süslenirdi. İstanbul’a gelip de bundan çektirmeyen yok gibiydi. Başka bir fon bezi üzerinde Askerlik Hatırası yazar; askerlerin elinde tüfek, omuzda fişeklik olurdu. Bunlar memlekete hatıra olarak gönderilirdi.
Bohçacının tavsiyesi
Fotoğrafhaneler ise atölye şeklindeydi. Tablolardan alınma fon resimleri vardı. Gardırop bile bulunur; boyunbağsız gelenlere boyunbağı takılır; kalıplı fes uydurulurdu. Taraksız ve aynasız fotoğrafhane olmazdı. Cilt cilt kitaplar, hokkalar, kalemler, hatta bazen zeybek elbiseleri demirbaş hükmündeydi. Fotoğrafçı her şeye karışırdı. Çatık kaşları düzeltir; gülmesi gerekeni güldürür; dağınık bıyıkları burdururdu. Elini, kolunu, ayağını düzeltir; her şeyi çeki düzen verirdi. Böylece insandan çok robota benzeyen bir fotoğraf elde edilirdi. Gerçi Şair Eşref ne demiş? “Aslına uymazsa tasvirin n’ola/Giydiğin gömlek emanet, fes elin!”
Masa başında eli şakağında ise, sevdiğini düşünüyor demektir. Bu resim sevgiliye mesaj olarak gönderilir. Kendisini okumuş göstermek isterse, masa önünde kitap okur gibi poz verir. Bâbıâli kâtipleri, hokka-kalem önünde durur, yazı yazar gibi yapar. Okumuşluk o zaman meziyet olduğundan, bu resme bakan kızlar mest olur. Hatta arabulucu bohçacı kadınlar, damatlara böyle resim çektirmesini hatırlatır. Damadın bilmem hangi meşhur stüdyoda alınmış fotoğrafisi kıza gösterilir. Kız daha ağzını açmadan evdeki hanımların hepsi bir fikir beyan eder. Kimi ellerini beğenmez, kimi içten pazarlıklı bulur, kimi buğulu gözlerine, kaytan bıyıklarına bayılır. Fotoğraf günlerce elden ele dolaşır. Bu zaman zarfında “hâsıl olan kanaat muvacehesinde” damat ya davet, ya reddolunur.

Kerem misâli…
Çok fazla resim aldırmak da hafiflik olarak değerlendirilir. Çektirilen fotoğraflardan lüzumu kadar yaptırılır; eşe dosta imzalanarak ithaf edilirdi. Mektup içinde gönderilen bu portre fotoğrafları, haberleşmenin zayıf olduğu zamanlarda muhabbeti temine yarardı. Fotoğraflara imza ve tarih koymadan evvel dokunaklı bir beyit yazmak âdetti: “Gûşe-i nisyâna atma sakla solgun resmimi/Buna baktıkça hatırla nâçizâne ismimi” veya “Hâk-i firkat ferâmuş ettirirse cismimi/Hâtıra olmak üzre takdim ettim resmimi” yahud “Âtide yâda vesile olur ümidiyle bu gölgemi sevgili felancaya takdim ediyorum.” Eğer âşıkâne bir vaziyet varsa, yazılar da değişirdi: “Şu zavallı hayalim iltifatınıza nâil olursa, hayatımın en unutulmaz saadeti olacaktır. Kerem misali yanan zavallı Mecdi.” Taraflar birbirini tanıyorsa imzasız resim gönderilir, altına da “Gönülde var iken muhabbet/İmza koymaya ne hâcet!” yazılırdı.

Bu devirde kadınların fotoğrafını çeken kadın fotoğrafçılar da vardır. Bunlara gidenler kendilerine diledikleri biçimi verirler. Kimisi saçlarını dağıtır, peri kızı olur. Kimi bahriyeli, kimi kantocu kostümü giyer. Çiçekler tüller arasında resim çektirir. Buraya giden kızların hepsi de hafifmeşrep değildir. İyi aile kızları da vardır. Fakat bu resimler hiçbir zaman fotoğrafhane camekânında ve albümlerinde teşhir edilmez.

Bazı resimlerde fotoğraf oyunu ile dumanlar arasında sevgilinin hayali, altta da âşıkın resmi konur. Bazısının sigara dumanının içinde arkadaşının resmi yer alır. Bazısında birbirine bağlı iki halka içinde sevenler resmedilir. Resim mektuba konmadan evvel bir köşesine “Ah minelaşk!” (yani Aşkın elinden çektiğim nedir?) veya “elamân”, “elfirâk” gibi ahlar, oflar yazılır; bir de kalbe saplanmış ok çizilirdi. Tabii âşıklığın ayıp sayıldığı o devirde bunlar gizli kapaklı yapılır.

Comments are closed.