Kâmil insanlar, ulaştıkları mertebelere nasıl kavuşmuşlardır?

Büyük zâtların büyük olmalarına, yaptıkları bazı işler sebep olmuştur. Dostlarının ısrârları üzerine, dikkat ettikleri, prensip edindikleri husûslardan birkaçını bildirmişlerdir. Bunlardan bazılarını, bugün ve yarınki makâlelerimizde sizlere nakletmek istiyoruz…
Evvelâ şunu belirtelim ki, “Peygamberler”, bütün mahlûkâtın en üstünleridirler. Onlardan sonra insanların en yüksekleri, “Sahâbe-i güzîn”dir. Bunların bazıları da, diğer bazılarından yüksektir. Meselâ “Hulefâ-i Râşidîn” denilen dört büyük halîfe, Eshâb-ı kirâmın en yüksekleridirler. Bunların dereceleri halîfelik sıralarına göredir. Bugün, bu zâtların sözleri de dâhil olmak üzere, diğer bazı âlim ve velîlerin bazı sözlerini sizlere nakledeceğiz.
Hazret-i Mûsâ, Peygamber Efendimizin sâhip olduğu yüksek makâmlardan birinin nûrunu görünce, gıpta etti. Cenâb-ı Hakk’a, Resûlullah’ın bu dereceye nasıl yükseldiğini sordu. Hak teâlâ buyurdu ki: “Yüksek ahlâkı sâyesinde bu dereceye kavuştu. Bu ahlâk îsârdır. Yâ Mûsâ, ömründe bir kerre îsâr edene, îsâr ahlâkı ile bana kavuşana, hesâp sormaktan hayâ ederim.” [Îsâr, muhtâç olduğu bir şeyi, kendisi kullanmayıp başka bir muhtâç olana vermektir.]
Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Hızır‘a, “Ledün ilmine nasıl kavuştun?” diye sordu. O da, “Günâh işlememeye sabretmekle” dedi.
UÇARAK CENNETE GİDENLER
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Kıyâmette, sorgusuz-suâlsiz, uçarak, Cennete giden bazı kimselere melekler: ‘Bu dereceye nasıl kavuştunuz’ diye soracaklar. Onlar da: ‘İki hasletimiz vardı. Yalnız iken de günâh işlemeye utanırdık ve Allahü teâlânın verdiği az rızka râzı olurduk‘ diyecekler.” [İbn-i Hibbân]
Hazret-i Mûsâ‘ya, kavmi: “Allahü teâlâ, neden râzı ise, onu bize söyle de yapalım” dediler. Vahiy geldi: “Siz, Benden râzı olursanız, Ben de sizden râzı olurum.”
[Allah’tan râzı olan, O’nun emirlerine uyar ve yasaklarından kaçarak O’nun takdîrine râzı olur, böylece yüksek derecelere kavuşur.]
Hazret-i Lokmân‘a, kavuştuğu mertebeye nasıl ulaştığı sorulduğunda buyurdu ki:
“Emânete riâyet, doğru söylemek ve mâ-lâ-ya’nî’yi [faydasız sözü] terk edip, bana gerekmeyeni bırakmakla bu dereceye kavuştum.”
Peygamberimizin birinci halîfesi, aynı zamanda kayınpederi olmakla şereflenmiş olan Hazret-i Ebû Bekir‘e sordular: Allah için söyle, bu mertebeye ne ile eriştin? Buyurdu ki:
“Dînimi dünyâya tercîh ettim. Âhiret için, Allah rızâsını seçtim. Her zaman Allahü teâlânın hakkını üstün tuttum, her işimde sâdece Allahü teâlânın rızâsını gözettim ve bunun dışına aslâ çıkmadım.”
Aynı şekilde, ikinci halîfe ve Peygamberimizin kayınpederi olmakla da şereflenmiş olan Hazret-i Ömer‘e sordular: “Siz bulunduğunuz mertebeye nasıl ulaştınız?” Cevâben buyurdu ki: “Allahü teâlâ dilerse, bir kulunu azîz eder; dilerse zelîl eder. Bunu hiç unutmadım.”
Üçüncü halîfe ve Peygamber Efendimizin iki def’a dâmâdı olmakla şereflenen Hazret-i Osmân‘a da, ulaştığı makâma nasıl vâsıl olduğunu sordular. Onlara buyurdu ki:
“Kur’ân ve Sünnete uydum. Allahü teâlânın, her şeyime vâkıf olduğunu hiç unutmadım.”

HAZRET-İ ALÎ’NİN CİHÂDI!..
Sevgili Peygamberimizin amcazâdesi ve sevgili dâmâdı, Ehl-i Beyt’in birincisi, Oniki İmâmın ilki Hazret-i Alî‘ye de aynı suâli sorduklarında buyurdu ki:
“Cihâd ile eriştim. 30 yıl mücâhede kılıcı, haşyet zırhı, vera’ kalkanı, tâat ve ibâdet oku ile, gönül kapısında oturdum. Allahü teâlânın rızâsından başka hiçbir şeyi, gönlüme koymadım, hâtırıma getirmedim.”
Hanım evliyânın büyüklerinden olan Râbia-i Adviyye hazretlerinin tevekkülü o dereceye ulaşmıştı ki; “Dünyâdaki bütün insanlar benim çocuğum olsa; gök tunç olsa, yer demir kesilse, gökten bir damla yağmur düşmese, yerden bir tek bitki bitmese, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ‘onlara nasıl bakacağım?’ düşüncesi kalbime gelmez. Çünkü, Allahü teâlâ, hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve üzerine almıştır” derdi.
Kendisine, “Bu yüksek derecelere ne ile kavuştun?” dediklerinde; “Beni ilgilendirmeyen her şeyi terk ve Ebedî olanın [ya’nî Allahü teâlânın] dostluğunu istemekle” buyurdu. [İnşâallah yarınki makâlemizde de bazı nakiller yapalım.]