Kıraat Âlimi Abdullah el-Vâsıtî

Abdullah el-Vâsıtî hazretleri Kırâat âlimidir. 671 (m. 1273) senesinde Irak’ta, Vâsıt’da doğdu. 740 (m. 1340)’da Bağdad’da vefât etti. Kur’ân-ı kerîmin okunuşu ile ilgili olan kırâat ilmini birçok zâttan öğrendi. Çok yerler dolaştı.

Abdullah el-Vâsıtî hazretleri, bir kitabının ön sözüne diyor ki:
“Eserimi yazmaya Allahü teâlâya hamd ve sena ederek başladım. Bütün varlıkların yaratıcısı, yoktan var edicisi yalnız Allahü teâlâdır. O büyüktür. Birdir. Samed’dir (her yaratığın muhtaç bulunduğu eksiksiz bir yaratıcıdır), Semî’dir (Allahü teâlâ işitir. Vasıtasız, ortamsız olarak işitir. İşitmesi kulların işitmesine benzemez). Basîr’dir (Allahü teâlâ görür. Aletsiz ve şartsız olarak, gizli ve aşikâr olan her şeyi görür). Bâkî’dir (Allahü teâlâ, hiç yok olmaz. Ortağı olmak muhal olduğu gibi zât ve sıfatları için de yokluk muhaldir). Mütekellim’dir (Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi âlet, sesler ve dil ile değildir. Kur’ân-ı kerîm onun kelâmıdır). Âlim’dir (Allahü teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi yarattığı varlıkların bilmesi gibi değildir. Bilmesinde değişiklik olmaz). Ezelî ve ebedidir. Mürîd’dir (Allahü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey onun dilemesi ile olur. İrâdesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur). Kâdir’dir (Allahü teâlânın gücü her şeye yeticidir. Hiçbir şey O’na güç gelmez).”

Allahü teâlâ küllîleri, cüz’îleri, büyükleri, zerreleri, âlimdir, bilir. Her gizliyi bilir. Yerlerde ve göklerde en küçük zerreleri bilir. Her şeyi yaratan, Odur. Yarattıklarını elbette bilir. Yaratmak için, bilmek lâzımdır. Allahü teâlâ, ezelden ebede, yani öndeki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar, bir kelâm ile söyleyicidir. Bütün emirleri, o bir sözdendir. Bütün yasakları, yine o bir sözdendir. Bunun gibi, bütün haberleri, suâlleri, hep o bir sözden çıkmaktadır. Tevrât ve İncîl kitâpları o bir sözü gösteriyor. Zebûr ve Kur’ân-ı kerîm de, o söze işâret ediyor. Bunun gibi, diğer Peygamberlere nâzil olan kitâplar ve sahîfeler, hep o bir sözün açılmasıdır. Ezel ve ebed, o sonsuzlukları ile berâber, o makâmda bir ân olunca, hattâ ân demek bile sığmaz ise de, başka kelime olmadığından ân deniliyor, o ânda bulunan söz de, elbette bir kelime, hattâ harf, belki de bir noktadır. Nokta demek de, ân demek gibi, başka kelime bulunmadığı içindir.