Kur’ân-ı kerîmi anlamak

Kur’ân-ı kerimdeki herhangi bir âyetin ma’nâsını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette, ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse, Allahü teâlânın murâdını değil, tercüme edenin, anladığını öğrenir. Nakli esas almayan bütün tercümeler, Allahü teâlânın dediği değil, tercüme edenin, anladım sanarak, kendi kafasından anlatmak istediğidir.
Köylüye âit bir kanûnu, hükûmet, doğruca köylüye göndermez. Çünkü köylü okuyabilse bile, anlayamaz. Bu kanûn önce, vâlîlere gönderilir. Vâlîler, iyi anlayıp, îzâhını ekleyerek, kaymakamlara, bunlar da dahâ açıklayarak, muhtârlara anlatır. Muhtâr, yalnız okumakla anlayamaz. Muhtâr da, ancak, köylü dili ile, köylüye söyler. İşte, Kur’ân-ı kerîm de, ilâhi hükümlerdir, kanûn-ı rabbânîdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde kullarına saâdet yolunu göstermiş ve kendi kelâmını insanların en yükseğine göndermiştir. Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, yalnız Muhammed aleyhisselâm anlar. Başka kimse, tâm anlayamaz. Eshâb-ı kirâm, ana dili olarak Arabî bildikleri, edîb ve belîğ oldukları hâlde, bâzı âyetleri anlayamaz, Resûlullah efendimize sorarlardı.
Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını yalnız Muhammed aleyhisselâm anlamış ve hadîs-i şerîfleri ile bildirmiştir. Kur’ân-ı kerîmi tefsîr eden Odur. Doğru tefsîr kitâbı da, Onun hadîs-i şerîfleridir.

RESÛLULLAHA SORARLARDI
Eshâb-ı kirâm, hattâ Cebrâîl aleyhisselâm dahî, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, sırlarını, Resûlullah efendimize sorardı. Resûlullah efendimizin, Kur’ân-ı kerîmin hepsinin tefsîrini Eshâbına bildirdiğini imâm-ı Süyûtî hazretleri haber vermektedir.
Din âlimlerimiz, uyumayarak, dinlenmeyerek, istirâhatlerini fedâ ederek, Peygamber efendimizin açıklamaları olan bu hadîs-i şerîfleri toplayıp, tefsîr kitâplarını yazmışlardır. Beydâvî tefsîri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsîr kitâplarını da anlayabilmek için, otuz sene durmadan çalışıp, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek lâzımdır. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. Ana ilimlerden biri, Tefsîr ilmidir. Bu ilimlerin ayrı ayrı âlimleri ve çok kitâpları vardır. Bugün kullanılan ba’zı Arabî kelimeler, fıkıh ilminde başka ma’nâya, tefsîr ilminde ise dahâ başka ma’nâya gelmektedir. Hattâ aynı bir kelime, Kur’ân-ı kerîmdeki yerine, aldığı edâtlara göre, başka ma’nâlar bildirmektedir. Bu geniş ilimleri bilmeyenlerin, bugünkü Arapçaya göre, yaptıkları Kur’ân tercümeleri, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsından bambaşka bir şey olmaktadır.
Seksen ilmi iyi bilenler, tefsîrleri anlayıp, bu konuları bilmeyenlere bildirmek için, çeşitli derecedeki insanlara göre, binlerle kitâp yazmışlardır. Mevâkib, Tibyân ve Ebülleys gibi, Türkçe kıymetli tefsîrler, bu kitâplardandır. Yeni yazılan Türkçe tefsîrlerin ve ilmihâllerin, en kıymetlisi sanılanlarında bile, şahsî düşünceler bulunmakta, okuyanlara zararı, faydasında çok olmaktadır. Hele din düşmanlarının, bid’at sâhiplerinin, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını bozmak için yaptıkları tefsîr ve tercüme kitâpları, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, birtakım şüpheler, itirâzlar hâsıl oluyor. Din bilgisi az olanların, İslâmiyyeti öğrenmek için, tefsîr ve hadîs-i şerîf okuması uygun değildir. Çünkü Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfi yanlış anlamak veyâ şüphe etmek, insanın îmânını giderir.

ARAPÇA BİLMEK YETMEZ!..
Yalnız Arapça bilmekle, tefsîr ve hadîs anlaşılmaz. Arapça bilenleri, din âlimi sanan, aldanır. Beyrut ve başka yerlerde ana dili Arapça olan, Arap edebiyâtını iyi bilen, çok papaz var. Fakat, hiçbirinin İslâmiyyetten haberi yoktur.
Netice olarak, Kur’ân-ı kerîmin hakîkî ma’nâsını anlamak, öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitâplarını okumalıdır. Bu kitâpların hepsi, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden alınmış ve yazılmıştır. Kur’ân tercümesi diye yazılan kitâplar, doğru ma’nâ veremez. Okuyanları, bunları yazanların fikirlerine, düşüncelerine ve maksatlarına esîr eder ve dinden ayrılmalarına sebep olur.