Kuş olup uçtu elimizden…

Kuş olup uçtu elimizden…



Şimdi düşünüyorum da rahmetli dememiş miydi bize? “Ben oğlumu alıp gidiyorum” diye…
 

 

Altı ay öncesinde hiçbir şey yokken, nereden çıkmıştı bu hastalık. Nasıl da günden güne eritip soldurmuştu hanımı… Kadıncağız eriyip bitivermişti… Hani kemoterapiler çözüm olacaktı? Hani ışın tedavileri rahatlatacaktı? Hani eşin dostun söylediği bitkisel ilaçlar çare olacaktı? Hiçbiri ama hiçbiri onu durduramadı… Komaya girdiğinde geçen defa girip çıktığımız gibi bu defa da çıkacak ve evimize dönecektik. Biz böyle ümit ediyorduk.

“Nasılsın biraz rahatladın mı?” diyorduk. İyiydi… Ne olduysa bir günde nefes alış veriş bitti… Krize girdi ve elimizden kuş olup uçup gitti…

Cenazesini alıp memlekete götürdük… Yol boyu onun ölümünü kabullenmeye çalışıyordum. O benim hayatımın yarısıydı… Ben onsuz ne yapardım? Bu koca şehirde benim kahrımı kim çekerdi? Sabah ben kiminle kahvaltı yapacaktım? Akşam geldiğimde kapımı kim açacaktı? O şimdi artık yok muydu? Bir daha dönmeyecek miydi? Allah’ım gerçekle karşılaşmak ne kadar zordu böyle… Ağlasan ağlamak kâr etmiyor, kahrolsan kahır yetmiyor… Bu acı anlatılmıyor…

Köyümüzün insanları elimizi değdirmedi… Güzelce yıkadılar, kefenlediler ve defnettiler… Biz hiçbir şey düşünemiyorduk. Çünkü her şey anlamsız geliyordu o an…

Ama enteresan bir şey oldu… Cenazenin defninin haftasında oğlumun yatay geçişi gerçekleşti. Hem de hiçbir ümidimiz kalmamışken…

Annesini kaybetmenin bu acısının üzerine bu sevinç içimizi bir tuhaf etti… Derken şimdi düşünüyorum da rahmetli dememiş miydi bize? Demişti… “Ben oğlumu alıp gidiyorum, siz burada ne ederseniz edin” dememiş miydi?

İşte şimdi ben burada kızımla kalakalmıştım… Annesi kara topraktaydı, oğlum aldığımız kooperatif evinde ve okuluna gidip geliyordu ve ikisi de memleketimizdeydi. Ben de kızımla burada kalmıştım işte…

Şimdi ben de hazırlıklarımı yapıyorum… İşlerimi toparlıyorum… Belki bu yaz belki bu güz ben de dönüyorum memlekete… Dönüyorum da… Geri dönüp bakınca soruyorum kendime…

“Ne vardı da geldim bu şehre böyle?..”

Benden çok önce geri dönenlere ardından tuhaf duygularla bakıyor ve benim İstanbul’da işimin bulunmasına seviniyordum. Ama şimdi gördüm ki İstanbul bizi bir limon gibi sıkıp; cevherimizi, gençliğimizi eritip yok ettikten sonra ya ölümüzü ya hâli kalmamış bedenimizi köyümüze gönderiyor. Âdeta denizin boğduğu insanı sahile attığı gibi atıyor… Keşke zamanında akıl edip de gideymişim, belki şimdi düzenimi kurmuş olarak emekliliğimi köyümde yaşardım…
         Rumuz: “Kader”-İstanbul