“Mal da yalan, mülk de yalan…”

“Mal da yalan, mülk de yalan…”



Zavallı anam ahir ömründe bir başına kalmıştı. Ama daha önemlisi bakıma muhtaç olmasıydı.

 

Yaşlı babam öleli de üç sene olmuştu. Zavallı anam ahir ömründe bir başına kalmıştı. Ama daha önemlisi bakıma muhtaç olmasıydı. Haftada ya da on günde bir ziyaretine gittiğimde, evini ocağını siler süpürür, banyosunu yaptırıp temiz çamaşırlarını giydirir rahat ettirdikten sonra elini öper ayrılırdım. Çok şükür hep duasını aldım. Hoş, derdim başımdan aşkındı. Ama anaya hizmet için bahane olabilir miydi? İki sene önce anam hakkın rahmetine kavuştu. Kollarımda idi can verdiğinde. İki gün öncesinden de tertemiz etmiştim evini ocağını. Başucunda okuya okuya gönderdik rahmet-i Rahmana onu. İşte bundan sonrasını bir türlü aklım almıyor benim. Annemin ölümünden bir yıl bile geçmeden kardeşlerimin dilinde dolaşmaya başlamıştı:

“Ölüm hak miras helal!” Ne enteresandı ki, anamın bakımı için bir araya gelip kafa yoramayan kardeşler, annemin vefatıyla miras kalan bahçeli evi satmak için nasıl da bir araya gelip kafa yormaya başlamışlardı. Bir de duyduk ki, miras kalan evin satılmasına kardeşlerimiz karar vermiş. Gerçi her birimizin mirasta payı vardı. Tabii ki her birimizin onayı olması gerekiyordu. Ama kardeşlerimiz nedense bizi, sadece notere gelip imza atacak formalite olarak görmüştü. Çünkü biz onlar gibi okumuş yazmış değildik… Neyse, dedikleri gün notere gittim. Baktım diğer ablama da sadece “notere gel imza at!” demişler. İmza atma sırasında dedim ki:

-Peki bizim hakkımız olan paramız nerede? Kardeşlerim para konusunu merak etmeyin diyordu. Oysa notere atılan imzada, hakkımıza düşen parayı aldığımı beyan ediyor ve imzalamış oluyorduk. Onların bizden utanmadan aldıkları bu kararı ben utanarak da olsa protesto etmek zorunda kaldım:

-Her şeyi ayarlıyorsunuz da iş paraya gelince mi yarına kalıyor? Noterden çıkıp gitmeye niyetlendiğimde hiç ummadığım bir ses yankılandı. İçimizde en okumuşumuz diye, yaşça benden çok küçük olmasına rağmen ilmine saygı duyduğum küçük kardeşimin sesiydi:

-Önce şu açı doyurun.. Hançer gibi saplandı ardımdan bu söz… 

Yıllar yılı çevresine Yunus Emre’nin “mal da yalan, mülk de yalan…” nasihatini söyleyip de kendine geldiğinde gözü bir şeyi görmeyen zamane âliminin acınası hâlini düşündüm yol boyu…

Bu hadise şunu öğretti bana: Anamdan arta kalan o “baba evi” üç kuruş için satılırken, arada kardeşlerin birbirine olan gerçek sevgi ve saygısı da ortaya çıkmıştı. 

       Rumuz: “G. K.”