“Mert, sözünün eri bir kızmışsın be Maria…”

“Mert, sözünün eri bir kızmışsın be Maria…”



Bütün gözler şatonun tepesinde kuş gibi görünen üç, beş insanın hareketlerine çevrilmişti.

 

Doğan Bey fevkalâde üzüldü. Sanki bu gördüklerinin asıl müsebbibi kendisiydi. Köşede, yırtık bir hasırın üzerinde iki kılıç ve kalkan, hasırın ucunda bir sandık, üzerinde su dolu bir testi, duvarda bir torbaya asılı taze pişmiş ekmek, bir tahta kapta peynir ve zeytin duruyordu. Ceviz oymalı sandığı açtılar. Şövalye elbiseleri ve aksesuarları vardı. Bir takımını alırken; “Mert, sözünün eri bir kızmışsın be Maria. Yâ Rabbi! Bu kulunu razı olduklarından eyle… Sevdiklerinin hürmetine Allah’ım…” diye dua etti…

Şatonun bu en tepesinde, köşede, küçük bir oda daha vardı. Güneşten kavrulmuş tahta oymalı kapıyı açtı, içeri girdi. Bu küçük odacığın, perdesiz penceresinin önündeki tahta yükseltinin üzerine, Türk kilimlerinden biri seriliydi. Ucundan tuttu, kaldırdı, kokladı. Sanki bütün memleket hasretini, Gülşah’ın kokusunu bu kilimin tellerinde giderecekti. Üzerindekileri çıkarıp, sandıktan aldığı yedek şövalye elbiselerini giyindi. Kılıcını kuşandı. Eğilip kalktı. Sağa, sola hamle yaparak, gerindi.

Arkadaşları da vakit kaybetmeden hınzırları yakalayıp ön ve arka ayaklarını Doğan ve Hasan Beylerin kollarından ve ayaklarından çıkardıkları prangalarla sıkı sıkıya bağladılar. Esir elbiselerini de bu garip ve pis hayvanlara tiksinerek giydirdi, olup olmadığını tekrar tekrar kontrol ettiler.

Hasan Bey’in, yeni elbiselerini giyinmiş, kılıcı elinde geldiğini görünce Doğan, önüne geçti. Gülüşerek birbirlerine hamle yaptılar. Vücutlarının eski sağlıklı hâle geldiğini görüp, şükrettiler. Çekirge Ali, elindeki aynayı güneşe doğru tutarak aşağıya, işaret verdi. Üryan da Erkara, Pala ve Aşır’la daha önce kararlaştıkları şekilde anlaşarak, yukarıyı cevapladı. “Her şey yolunda” diyordu ışık hareketleriyle.

Bu arada gayda gürültüleriyle vur patlasın, çal oynasın, havasındaki halkın gözü, kulağı Kâbus’un vereceği emirdeydi.

Hazırlıkların tamam olduğunun haberi verildi. Gür sesli, insan azmanı iri tellal, yüksek bir yere çıkarak, bekledikleri vaktin geldiğini, çocukların korkmaması için gözlerini kapamalarını, çalgıcıların var güçleriyle çalmalarını, borucuların borularını öttürmelerini, kupa ve maşrapalarını dolu tutup, Osmanlılardan kurtulmanın şerefine kana kana şarap içmeleri gerektiğini, tekrar tekrar bağırarak ilan etti.

Bütün gözler şatonun tepesinde kuş gibi görünen üç, beş insanın hareketlerine çevrilmişti.

Kâbus’un kırmızı bir flamayı dalgalandırmasıyla birinci Osmanlı yerine elbise giydirilmiş domuz, şatonun damından çuval fırlatılır gibi atıldı. Hayvan böğüre böğüre aşağı inerken, tutsak elbiseleri içindeki hareketi, debelenmesi sarhoş seyircilerin başını döndürdü. Şatonun yarısına geldiğinde birinci çengellere takıldı. Böğürtüsü dayanılacak gibi değildi. Bir müddet kanlar fışkırarak debelenip durdu. Fazla hareket, çengelden kurtulmasına sebep oldu. Aşağı düşerken ikinci çengellere takıldı. Oluk gibi kan akıyordu. Duvarlar, kayalar kızıla boyanmıştı… DEVAMI YARIN