Müslümanlar niçin geri kaldı?

Tarihin her devrinde, çeşitli dilleri konuşan, farklı âdetleri olan milyonlarca insanın, aralarındaki farkları bırakarak, bir inanç veya fikir etrafında toplanıp, birer imparatorluk kurdukları görülmektedir. Böyle kurulan imparatorluk veya devletlerin en büyüğüne, en güzeline Orta Çağda rastlanıyor. Hiç bozulmamış, değiştirilmemiş biricik din olan İslâm dîninin güzel ahlâkı ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan, çeşitli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleştikleri biliniyor. Bu topluluğu ayakta tutan temel, Hak teâlânın emrettiği çalışkanlık, adâlet, iyilik, saygı gibi İslâm dininin bildirdiği esâslardı. Osmanlıları, Sakarya kenârından, kısa bir zamanda, Viyana kapılarına götüren kuvvet, Sultan Osman’ın ve çocuklarının sımsıkı sarıldıkları İslâm dîninin, ruhu ve bedeni geliştiren ışıklı yolu idi.
Hıristiyan Avrupa’nın o zamanki kalesi Fransa kapılarını zorlamaya giden Attilâ  idâresindeki Tûran Hunları, hak dîne mensub olsalardı ve oralara bu dînin ahlâkını, ruhunu götürmüş olsalardı, hazret-i Ömer’in ordusundaki adâlete, şefkate hayran olup, seve seve Müslüman olan Şâm Hıristiyanları gibi, papazların baskısından, kralların işkencesinden usanmış olan Batı Hıristiyanları da, İslâmiyetle şereflenmiş olabilirlerdi.

Emevîler, İslâm dînini, İspanya’dan, Avrupa’ya soktular. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, Batıya ilim ve fen ışıklarını saldılar. Hıristiyanlık âlemini uyandırıp, bugünkü müsbet ilerlemenin temelini koydular. Fakat sonra, İslâm ahlâkını, Allahü teâlânın emirlerini bıraktıklarından, hattâ Ehl-i sünnet i’tikâdını bozarak, İslâmiyeti içeriden yıkmaya  başladıklarından, Pirene Dağlarını aşamadılar ve böylece Ümeyye devleti çöktü. Sözde Müslüman olup da, Allahü teâlânın emirlerine uymamanın cezâsını buldular. İspanya fâciası olmasaydı, felsefeci İbnürrüşd’ün ve İbni Hazm’ın bozuk fikirleri, belki din ve îmân hâlini alıp dünyaya yayılacak, bugünkü hazin levha, yüzlerce sene önce meydana çıkacaktı…

Netice olarak, insanlığı felaketten kurtaran, Fâtımîler, Resûlîler gibi, İslâm ismini taşıyan, îmânı ve ameli bozuk devletler değil; Emevîler, Tîmûr oğulları ve Osmanlılar gibi, Ehl-i sünnet olan ve dînine sarılan milletler olmuştur. Bunlar, İslâm ilimlerinin din ve fen kollarında insanlığa ışık tuttular. Fakat, ne yazık ki, sonraları, bunlarda da İslâmiyet gevşemeye başladı. Devlet reislerini şehîd ettiler. Birçok işletmeler, din câhillerinin baskısı altında kaldı. Allahü teâlânın emrettiği gibi çalışmayı bıraktılar ve geri kalıp zillete düştüler…