“Ne okuyordunuz?..”

Ömer bin Hattâb, kız kardeşinin hânesine gelip, bütün hiddetiyle sordu: “Kur’ân okuyordunuz değil mi?” Sa’îd yaklaştı.
Ve korkarak;
“Hayır yâ Ömer, sana öyle gelmiştir” dediyse de, Ömer kükredi: “Peki neydi o duyduklarım?”
Saîd önce sustu.
Sonra şöyle cevapladı: “Şeyy, aramızda bir mes’ele vardı, onu konuşuy…” Lâfını bitirmemişti ki, Ömer tuttuğu gibi yere çarptı onu.
Fâtıma yetişti.
Ama bir şey yapamadı. Zîra beyini yerden kaldırmaya uğraşıyordu ki, amansız bir “tokat” patladı yüzünde. Ama ne tokat!
Balyoz gibi.
Ona öyle geldi.
Gözlerinde şimşekler çaktı, neye uğradığını şaşırdı ve dudak kenarından aşağı doğru pembe bir “kan”ın aktığını hissetti.
Peki ya Ömer?
O da şaşkındı.
Fâtıma’yı kanlar içinde görünce birden durgunlaştı. Ne de olsa öz kardeşiydi.
Kalbi sızladı.
İçi burkuldu.
Eli kolu yana düştü. İşte ne olduysa o anda oldu. Fâtıma, îmânından aldığı kuvvetle fırladı ayağa.
Artık korkmuyordu.
Yüzüne karşı haykırdı: “Niçin yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmıyor, mûcizelerle gönderdiği Peygamberine îmân etmiyorsun, niçin? Evet saklamıyoruz, biz İslâmla şereflendik. Başımızı kessen, bizi bu dînden döndüremezsin anladın mı?”
Bir an sessizlik oldu.
Sanki zaman durdu.
O dağ gibi heybetli adam âdeta titriyordu. Dizlerinin bağı çözülüp ilişti bir kenara. Pişmânlık duygusu içini kemiriyordu. (Devamı yarın)