Niçin ağlıyorsun?..

Alî bin Ebî Tâlip “radıyallahü anh” vefât edince, oğulları Hasan ve Hüseyin “radıyallahü arhümâ” defnedip geri dönerken, bir virânelikte inilti duydular.
Oraya yaklaştılar.
Ve içeri girdiler.
Baktılar ki, biri yatıyor, yaşlı, garip ve hasta, üstelik ağlıyor. Acıyıp sordular:
“Niçin ağlıyorsun?
“Derdim büyük gençler.”
“Nedir derdin baba?”
“Âh evlâtlar, ben bir yiğidi merak ederim ki, bir senedir gelir, bütün ihtiyâcımı görürdü. Bugün gelmedi. Ben onsuz ne yaparım?”
“Kimdi o yiğit baba?”
“Bilmiyorum gençler.”
“Peki adı neydi?”
“Onu da bilmiyorum. Bir gün sordum, söylemedi. Israr ettiğimde; “İsmimi ne yapacaksın. Ben Allah için hizmet ediyor, mükâfâtını da O’ndan bekliyorum” dedi.
“Peki nasıl biriydi?”
“Ben âmâyım çocuklar, târif edemem. Ama mübârek biriydi. “Nasıl anladın?” “Devâmlı Rabbini zikrediyor, zikrine melekler de iştirak ediyordu.”
Sordular:
“Konuşmaz mıydı?”
“Konuşurdu. Benimle olduğuna memnun olur, “Fakîr fakîrlerle, garip de gariplerle oturur” derdi. İki kardeş ağlamaya başladılar.
Bu defâ o merak etti:
“Siz niçin ağlarsınız?
“Târif ettiğin kişi, bizim babamızdır amca, adı da Alî bin Ebî Tâlib’dir.” “Peki ne oldu ona?” “Bu sabah vefât etti.” Fakîr bunu duyunca; “Ne olur, beni onun kabrine götürün!” diye yalvardı.
Götürdüler.
Açtı ellerini:
“Yâ ilâhî! Beni, bu kabir sâhibine kavuştur. Ben onsuz yaşayamam” diye duâ etti. Duâsı kabul oldu. Vefât edip, hemen yakınına defnolundu…

Comments are closed.