Niyetlerimizi düzeltmeliyiz…

Allahü teâlâ insanın elbisesine, giyimine, malına, rütbesine bakarak sevâp vermez. Bunları ne düşünce ile ve ne niyetle yaptığına bakar.
Hadis-i kutside;
“Allahü teâlâ sizin suretlerinize, mallarınıza bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar” buyuruldu.

“SEN KALBİME BAK!..”
O hâlde, her mü’mine önce lâzım olan şey imandır. Daha sonra farzları, haramları öğrenmektir. Haram olan bir şeyi, meselâ içkiyi, din yasak ettiği için değil de midesine dokunduğu için içmese sevâp alamaz. Haramdan ancak Allahü teâlâdan korkarak, o yasak ettiği için sakınan sevâp kazanır.
Bazı kimseler, harama helâle dikkat etmiyor. Dikkat etmedikleri gibi, bir de;
“Sen kalbime bak, kalbim temizdir. Allah kalbe bakar…” diyorlar. Bu sözün dinde yeri yoktur.
Bir kişinin kalbinin doğru ve temiz olduğuna alâmet, dinin emir ve yasaklarına uymasıdır. Böyle söyleyenlerin maksadı, Müslümanları aldatmaktır.
Günahlar içinde yüzen kimsenin, “Benim kalbim temiz” demesi, lağım çukurundan çıkarılan kimsenin, “Benim üzerimde bir şey yoktur. Elbiselerim tertemizdir” demesine benzer.

İLİM ÖĞRENMEK LÂZIM…
Düzgün niyet edinilmedikçe, hiçbir farz kabul olmaz. Bunları yapabilmek için de ilim lâzımdır. Hadis-i şerifte;
“Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadet etmekten daha sevâptır“ buyuruldu.
“Cahil sofu, şeytanın maskarası olur.” Allahü teâlânın rızasına kavuşabilmek için dinimizin emirlerini yerine getirmeye gayret etmek lâzımdır.
İslamiyete uymayan şeylerin hiçbirini Hak teâlâ sevmez. Sevmediği şeye de sevâp verilmez. Bunun için Müslüman ne yaptığını bilerek şuurlu bir şekilde yapmalıdır. Ahirette bütün yaptıklarından hesap vereceğini ve niçin yaptığının sorulacağını unutmamalıdır.
İbadetler, Allahü teâlâ emrettiği için yapılmalıdır. Yapılan ibadetlerde kulların dünyaları ve ahiretleri için nice faydalar olsa bile bunun için yapılmamalıdır.
Meselâ, namaz kılan bir adam, bunu farz olduğu için değil de spor olduğunu düşünür ve onun için yaparsa ibâdet etmiş olmaz. Spor yapmış olur.
Oruç tutan da, yalnız midesini dinlendirmeyi düşünür ve o niyetle tutarsa orucu makbul olmaz.
Savaşta canını tehlikeye koyan bir Müslüman da, Allahın dinini kuvvetlendirmek, İslâmiyeti yeryüzüne yaymak için değil de, şan ve şeref, mal ve rütbe için dövüşürse, ibâdet yapmış olmaz. Cihâd sevâbı kazanmaz. Ölürse şehid olmaz.

İHLASLA YAPILMAZSA!..
İbâdetlerde niyetin büyük önemi vardır. Yapılan her işin İslâmiyete uygun olup olmadığı, niyet ile anlaşılır.
Tasavvuf büyükleri, büyük âlimler ibadetlerini ihlasla yaparlardı. Yalnız Allahü teâlânın rızasını düşünürlerdi.
Niyetin dinimizdeki önemi o kadar çoktur ki ibâdetler, dünya menfâati için yapılınca sahih ve makbul olmuyor. Dünya işi sayılıyor. Herhangi bir dünya işi de, ahiret menfâati için yapılınca, ibadet hâlini alıyor.
Hadis-i şerifte, “Mü’minin, hanımına uzattığı lokmada bile sevâp kazanacağı…” bildiriliyor. Bundan anlıyoruz ki; niyetini düzelten bir kimse, yemekte, içmekte ve her türlü dünya işlerinde ahiret faydasını gözeterek sevâp kazanabilir. Yeter ki, niyeti Rabbimizin rızasına kavuşabilmek olsun…