Nûr Muhammed Pütnî

Nûr Muhammed Pütnî, Hindistan’daki evliyânın büyüklerindendir. On yedinci asrın ortalarında vefât etti. Zâhirî ilimlerdeki tahsîlini tamamladıktan sonra, Hâce Muhammed Bâkî-billah’ın yüksek dergahına talebe oldu. Daha sonra hazret-i Hâce, onun terbiye ve yetişmesini İmâm-ı Rabbânî hazretlerine havâle etti. Nûr Muhammed, tam bir zevk, şevk, acz ve itâatle İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûrunda bulundu, hazret-i İmâm’ın huzûrunda husûsî hizmette bulunanlar arasına girdi. Abdest suyunu ve misvâkı hazırlamak gibi hizmetlerle şereflendi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu yüksek talebesi için; “Şeyh Nûr, ricâl-i gaybdendir”, başka bir defâ da; “Şeyh Nûr Muhammed sözümüzü tuttu” buyurmuşlardır. Ona icâzet ve hilâfet verdi. Hindistan’ın büyük şehirlerinden olan Pütne’ye gönderdi. Emre uyarak Pütne’ye giden Nûr Muhammed’in hâli, yapısı, tabiatı, inzivâ ve yalnızlıktan hoşlandığı için, tenhâlarda kendi hâlinde kaldı ve insanlarla görüşmekten çekindi. Onun bu hâli, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kulağına gidince, bu büyükler yolunun esâsı olan sohbetten kaçmaması îcâbettiğini bildirmek için gönderdiği bir mektup şöyledir:
“Allahü teâlâya hamd olsun. O’nun seçtiği, sevdiği kullarına selâm olsun. Ey akıllı kardeşim! Allahü teâlânın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçmak lâzım olduğu gibi, insanların haklarını ödemek ve onlarla iyi geçinmek de lâzımdır. (Allahü teâlânın emirlerini büyük bilmek ve O’nun yarattıklarına acımak lâzımdır) hadîs-i şerîfi, bu iki hakkı yerine getirmenin lâzım olduğunu göstermektedir. Bu iki haktan yalnız birini gözetmek kusur olur. Bir bütünün bir parçası, onun hepsi demek değildir. Bundan anlaşılıyor ki, insanlardan gelen sıkıntılara katlanmak lâzımdır. Onlarla iyi geçinmek vâcibdir. Kızmak iyi olmaz. Sert davranmak yakışmaz. Beyit:
Seviyorum diyenin, güzel olsa da pek,
Nazlılığı bırakıp, naz çekmesi gerek.
Sohbette çok bulunmuştunuz. Vaaz ve nasîhatleri çok dinlemiştiniz. Onun için sözü uzatmıyorum. Birkaç kelime ile kısa kesiyorum. Allahü teâlâ bizi ve sizi İslâmiyetin doğru yolunda bulundursun. Âmîn.”