Öfkeye kurban ettim kendimi!

O gün akşamüzeri kardeşimle İstanbul’a dönerken minibüsümüz Bolu’ya 20 km mesafede yolda kalmıştı. Ben para bulmak için İstanbul’a gitmiştim. Dönüşte otobüste yorgunluktan uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda dağın başında sis içinde gidiyorduk. Şoföre nerede olduğumuzu sordum. Verdiği ters cevaplar üzerine tartıştık. Öfkeyle “çek sağa!” dedim ve indim.

Daha iner inmez pişman oldum ama ne fayda… Çünkü dağın başında kalakalmıştım. Nerede olduğumu bilmiyordum. Gidiyordum ama arızalı minibüsümüz bulunduğum yere göre geride mi kalmıştı, ileride mi?
Şansıma ışık gördüğüm istikamete yürü babam yürü… Ayaklarım patladı desem yalan olmaz. Saatlerce aç karnına yürüdüm… Artık, tan yeri ağarmaya başlamıştı o yere vardım. Meğer on dakikada gittiğimiz yollar yürümekle saatler sürüyormuş…
Işık yanan yer gittiğim istikametin karşı istikametinde bir kamyoncu lokantasıymış. Bitkin bir vaziyette kendimi içeri attım. Çay dağıtan yaşlı bir amca beni fark etti.
“Hayırdır iyi gözükmüyorsun, var mı yapabileceğim bir şey” dedi. Durumu anlatmaya çalıştım. Dedi ki:
-Ben doğma büyüme buralıyım. Nerede kaldınız anlat ben sana yerinizi söyleyeyim.
Bir lokantaya yakın yerde arızalanmıştı minibüsümüz. Söyledim ismini. Amca düşündü, düşündü:
-Buralarda öyle bir yer hatırlamıyorum, dedi.
Meğer ben yanlış söylemişim. “Yanında yöresinde şöyle ağaçlıklar falan var” derken amca yeri çıkardı:
“Oranın adı şu” dedi. Sonra da ekledi: “Senin dediğin lokanta buradan yaya olarak iki saatlik mesafede”
-Yani?
-Yani sen erken inmişsin otobüsten… Buraya kadar yürümüşsün. Ama buradan yaya olarak iki saatlik yolun daha var.
-Burası kamyoncuların yeridir. Karınlarını doyurup çaylarını içerler sonra senin aksi istikametine yola çıkarlar. Eğer senin istikametine gitselerdi seni bunlarla gönderirdim.
Yani istasyon benim istikamete ters taraftaydı… Şans işte… Yapacak bir şey var mı? Biraz dinlendikten sonra tekrar düştüm yola… İki saat daha yürü babam yürü…
Sabah sekiz gibi minibüsü uzaktan gördüm. Dünyalar benim olmuştu… Vardım ki birader minibüste uyuyor. O da garibim lokantada akşam ekmek bulamamış, kuru ekmek gevelemiş.
Oradan bir araca el ettik. Bolu’ya gittik. Sanayiye vardık. Usta getirdik. Aracı Bolu’ya çektirdik. Tamir edip gece tekrar yola çıktık.
Biz İstanbul’dan sahil şehirlerine tekstil ürünleri satmak için gitmiştik. Ürünler elimizde kaldığı gibi bir de eşe dosta borçlandık. Bir öfke yüzünden sabaha kadar yürümekten ayaklarıma kara su indi…
Yakup Nacre-İstanbul