Öfkeyi ölçülü kullanmak…

Allahü teâlâ, insanların ve hayvanların, yaşayabilmeleri, üremeleri için, onlarda iki kuvvet yaratmıştır. Bunlar:
1- Muhtâç oldukları, lezzet aldıkları şeyleri istemek, onlara kavuşmak kuvvetidir ki buna şehvet denir.
2- Yaşamalarına zararlı olan, canlarını yakan şeylerden kaçmak, bunlara karşı savunmak kuvvetidir ki, buna da, gadab denir.
İnsanın kanı, safrası bozulduğu veyâ başka zararlı şeyler vücûtta çoğaldığı zamân, bedendeki değişikliğe hastalık ve ilâç tesîr ettiği zamân hâsıl olan hâle de sıhhat denildiği gibi, insanda şehvet ve asabiyyet artınca, câna bir ateş düşer. İşte insanın felâketinin sebebi, bu ateştir. Bunun için, hadîs-i şerîfte;
(Gadab, yanî asabiyyet, Cehennem ateşinden bir parçadır) buyuruldu.
Rislân Dımeşkî hazretleri buyurdu ki:
“Öfke, insanın içinden dışına doğru çıkar. Hüzün ise, dışından içine doğru işler. Öfkeden güç ve intikam hırsı, hüzünden ise dert ve hastalık doğar.”
Gadab eden, kızan bir kimse, intikam alamayınca, gadabı, kin hâlini alır. Gadab, kanın hareketinin, tansiyonun artmasından meydâna gelir. Allah için gadaba gelmek, iyidir. Dîne olan gayrettendir.

“GADAB, ÎMÂNI BOZAR!”
Korkak olan bir kimse, kendine zarar verir. Gadablı kimse ise, hem kendine, hem de başkalarına zarar verir. Gadab, öfke, insanın aklını giderir, küfre kadar götürür. Hadîs-i şerîfte;
(Gadab, îmânı bozar) buyuruldu.
Resûlullah efendimizin dünyâ için gadaba geldiği görülmedi. Allah için gadaba gelirdi. Gadab sâhibi, karşısındakinin de kendisine karşılık yapacağını önceden düşünmelidir. Gadaba gelen kimsenin sinirleri bozulur, kalb hastası olur. Bu bozukluk, dışına da sirâyet ederek, çirkin ve korkunç bir hâl alır.
Bir kimse, gadab ederse yani kızarsa, bütün sinirleri bozulur. Bâzı uzuvları hasta olur. Doktorlar buna ilâç bulamazlar. Bunun yegâne ilâcı;
(Lâ tagdab, kızma, sinirlenme, öfkelenme) hadîs-i şerîfidir.
Kızan kimse, sözleri ile, hareketleri ile, yanındakileri incitir. Onlar da, sinir hastalığına yakalanır. Evde, rahat, huzûr kalmaz. Yuvanın dağılmasına, câna kıyılmasına bile sebep olur. Bir evde gadab eden, öfkelenen kimse yoksa, orada saâdet, râhat, huzur ve neşe vardır. Kızan kimse varsa, orada, rahat, huzûr ve neşe bulunmaz. Karı koca, ana baba ile evlâdı arasında geçimsizlik, hattâ, düşmanlık eksik olmaz.
İslâmiyet, şehvet ve gadab kuvvetlerinin yok edilmesini emretmemiştir. Öyle olsa idi, dînin sâhibi olan Muhammed aleyhisselâmda bu sıfatlar bulunmazdı. Hâlbuki peygamber efendimiz;
(Ben insanım. Herkes gibi, ben de kızarım) buyurmuştur.
Resûlullah efendimizin ara sıra kızdığı görülürdü. Kızması, hep Allahü teâlâ için olurdu. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Âl-i İmrân sûresinin 134. âyetinde meâlen;
(Gadablarını yenen) kimseleri medhetmekte, övmektedir. Gadab etmeyenleri övmemektedir.
İnsan, hanımını ve çocuklarını gadab sıfatı ile korur. İslâm düşmanlarına karşı, bu sıfat yardımı ile cihâd eder, vatanını korur. Çoluk çocuk sâhibi olup, öldükten sonra şân ve şeref ile anılmak, şehvet sâyesinde olmaktadır. Bunlar, İslâmiyyetin medhettiği, beğendiği, övdüğü şeylerdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kuvvetli olmak, başkasını yenmek demek değildir. Kuvvetli olmak, kahraman olmak, kendi öfkesini yenmek demektir.)

TERBİYE EDİLMEZLERSE!..
Netice olarak İslâmiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hâkim olup, dîne uygun kullanılmalarını emretmektedir. Süvârînin atını ve avcının köpeğini yok etmeleri değil, bunları terbiye ederek, kendilerinden faydalanmaları lâzım olduğu gibidir. Şehvet ve gadab, avcının köpeği ve süvârînin atı gibidirler. Bu ikisi olmadıkça, âhiret ni’metleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanabilmek için, terbiye ederek, dîne uygun kullanılmaları lâzımdır. Terbiye edilmezler, azgın olup, dînin sınırlarını aşarlarsa, insanı felâkete sürüklerler. Riyâzet yapmak, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dîne uymalarını sağlamak içindir. Bunu sağlamak da, herkes için mümkündür.