Öldürmek istiyordu!..

Kureyş müşrikleri, hazret-i Hamza’nın “radıyallahü anh” Müslümân olma şokunu henüz atlatamamışlardı ki, bir başkası îmân etmek üzereydi.
Kimdi bu zâtı âlî?
Kimdi bu tâlihli?
Evet, hiç ummadıkları biriydi bu. Onun îmân etmesiyle küfrün dünyası başlarına yıkılacaktı. O kişi Ömer bin Hattâb idi.
İri yarı, heybetli.
Kızıl, gür saçlı.
Ve lügatında “korku“ kelimesi olmayan bir yiğit. Henüz îmân etmemişti ki, bir gün çıktı evden.
Gâyet öfkeliydi.
Ve çok hiddetli.
Ağır adımlarla Kâbe’ye doğru yürümeye başladı. Yürürken heybetinden yer sallanıyordu sanki. Bir niyeti vardı.
Efendimizle ilgili.
Ve çok tehlikeli.
Zîra Onu bulup; “Vazgeç bu sevdâdan, dînimize ilişme, bizimle uğraşma, yoksa pişmân olursun!” diyerek Onu ihtar edecekti.
Korkutacaktı.
Tehdît edecekti.
Güya Onun yüzünden Kureyş’te ikilik çıkmış, baba oğlundan, kardeş kardeşten ayrılıyordu. Böyle giderse cemiyette huzur kalmayacaktı.
Fakat hayır!
O yanılıyordu.
Tam aksine cemiyetin hayat bulması, o Peygamberin getirdiği “İslâm dîni”ne uymakla olacaktı.
Ama heyhât!
O böyle bilmiyordu.
O, şu anda dağ gibi heybetiyle Beytullaha doğru yürüyordu. Efendimizi bulacak, Onu ihtar edecekti.
Kâbe’ye vardı.
Ve Onu gördü.
Resûlullah orada yeni nâzil olan “El-Hâkka“ sûresini okuyordu. Bir kenara saklanıp dinledi.