Ölsek de gam değil!..

İlk Müslümânlar, Erkam’ın evinde bir araya gelmişler; “Âh ah! Kelime-i şehâdeti bir kerecik olsun, şöyle yüksek sesle haykıramadık şu küffâra karşı” diye dertleşiyorlardı.
Nihâyet bir gün;
“Yâ Resûlallah! Lütfen izin verin çıkalım, kelime-i tevhîdi şu küffâra karşı avaz avaz haykıralım. Bundan sonra ölsek de gam değil” diye arz ettiler.
Efendimiz üzüldü.
Onları tesellî için; “Ey gönlü kırık mü’minler, gam çekmeyin. O Allah ki, İbrâhim’i Nemrud’un ateşinde yaktırmadı, İsmâil’in boynunu bıçağa kestirmedi. Biz garipleri de müşriklerin şerrinden kurtarır” buyurdu.
Yüzler güldü.
Gönüller ferahladı.
Ardından Efendimiz; “Yâ ilâhî, bu otuzdokuz kişi ki, sana îmân etmiş, hâlis kul olmuşlardır. Bu gariplerin gözyaşları hâtırına bizi kâfirlerin şerrinden koru. Şânı yüce biriyle bu dîne kuvvet ver!” diye yalvardı.
Duâ sona erdi.
Cibrîl-i emîn geldi.
Ve Efendimiz aleyhisselâma; “Ey Allahın Resûlü, dün Kureyş’in büyüklerinden birinin Müslümân olması için yaptığın duâyı cenâb-ı Hak kabul etti. Ömer’i seçip senin emrine verdi. O şimdi sana geliyor. Kalk, kendisini karşıla!” diye müjde verdi.
Az zaman geçti.
Kapı çalındı.
Bilâl-i Habeşî hazretleri kapı aralığından bakınca, korkuyla geri çekilip; “Vây! Ömer gelmiş!” dedi. Bunu öğrenince diğer sahâbîleri de korku sardı o anda.
Bu korku niçindi?
Efendimiz içindi.
O yüzden sahâbîler hemen fırlayıp Resûlullah’ın etrâfında halka oldular. Zîra Ömer, kolay alt edilecek biri değildi. (Devamı yarın)